“İnsan kendini bir sanat yapıtına dönüştürebilmelidir.”
MIchel Foucault
Eserleri ilham verici ve dönüştürücü. Bir Murathan Mungan okuyucusu olarak, eserinin ilk sayfasından başlayıp son sayfasına geldiğinizde artık aynı kişi değilsiniz.
Murathan Mungan
1955 İstanbul doğumlu. Babası İsmail Mungan şair, avukat; İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde askeri hukuk öğrencisi olarak okumuş ve fakülteyi dereceyle bitirmiş. Bir süre askeri hakimlik yapmış. Ardından Ankara’da kısa bir süre avukatlık yaptıktan sonra Mardin’de mesleğini sürdürmüş. Babası hep bir şeylere karşı mücadele eden bir kişi olmuş. Murathan Mungan diyor ki “Yıllar sonra baktığımda, babamla Çehov’un taşrada kaybolmuş tutkulu, ateşli, idealist karakterleri arasında güçlü benzerlikler görüyorum.”
Murathan Mungan’ı yetiştiren, büyüten büyük bir sevgiyle, kendi öz evladı gibi bakan annesi Habibe Hanım, Tokatlı. Babası İsmail Bey ile Ankara’da tanışmışlar. Murathan Mungan’ı dünyaya getiren annesi Muazzez Hanım ile babası da daha önce İstanbul’da tanışmışlar. Muazzez Hanım’ın bir tarafı Manastır, bir tarafı Saraybosna’dan; yani Balkanlardan. Muazzez Hanım liseyi tamamladıktan sonra Hukuk Fakültesi’ne kaydını yaptırmış. Ancak okulun ilk yılında sağlık sorunları başlamış ve fakülteye devam edememiş. Murathan Mungan, biyolojik annesi Muazzez Hanım ile ancak 17 yaşında tanışma fırsatı bulmuş. 11 aylıkken ailesi onu, babasının doğduğu Mardin’e götürmüş. İstanbul’a bir daha 17 yaşında gelmiş. İstanbul’a gelmeden önce doğduğu şehri ancak sinemada, filmlerde görmüş.
Aile Geçmişi
Murathan Mungan, baba tarafından Mardin’in eski, vaktinde oldukça zengin ailelerinden birinin çocuğu olarak doğmuş ve bu ailenin soyağacını, 1647 tarihinde, Suriye’nin Deyrizor bölgesinden başlatıyor. Bu geçmişi, aynı zamanda eserlerindeki kayıp geçmişin izinden gitme arzusunu besleyen, çağdaş masallarının arka planını oluşturan önemli dayanaklardan biri. Şöyle diyor ailesi için: “Büyük mülkleri varmış. Köyleri, şehirde çarşıları, hamamları, kervansarayları, varmış. Halep’ten, Musul’dan gelen kervanlara sahiplermiş. Masal kadar zenginlermiş“.
Aile zaman içinde güç kaybına uğramış. Aile büyükleri, ayaklanmalar sonucunda hapis ve sürgün hayatıyla tanışmış, mal varlığını kaybetmiş. Aile parçalanmış ve birkaç yıl içinde yoksullaşmış. Türkiye II. Dünya Savaşı’nın ağır bunalımını yaşarken, aile bireyleri farklı kentlerde karın tokluğuna işlerde çalışmışlar. Aile Mardin’e çok sonra geri döndüğünde, Mungan’ın babası da genç ve başarılı bir avukat olmuş. Geçen zaman içinde ailenin topraklarına başkalarınca el konmuş. Avukat babası, düşmanlarından dolayı ailesini de iş gezilerine götürüyormuş. Bu geziler, Mungan’ın hem çevreyi tanımasını sağlamış hem de içindeki yazma isteğini harekete geçirmiş.
Çocukluk ve Eğitim
Okuma yazmayı çok erken yaşta öğrenmiş 4,5 – 5 yaşlarında. Babası gazetede yer alan karikatürler ne demek istiyor diye anlattırırmış ona. Böylece farkına varmadan, harflerin dışında çizgilerin de bir okuma olduğunu öğrenmiş. Mardin’de günlük gazetelerin bile, ancak öğleden sonra şehre geldiği kısıtlı imkanlarda, evlerine dergi-kitap girdiği için kendini şanslı sayıyor Murathan Mungan. İlkokula herkes 7 yaşında başlatılırken; o, okuma yazma bildiği için 6 yaşında başlatılmış. İlkokuldan itibaren ne bulduysa okumaya başlamış. İlkokuldaki kitaplar, yarı kırtasiye olan kitapçıda bulduğu kitaplar… Hatta eline ne geçerse okumasıyla ilgili şöyle diyor “Benim kafamın içi Ses mecmuası çöplüğü gibidir“. Ancak üniversite yıllarında kendi merak ettiği kitapları seçebilecek fırsat bulmuş.
Son derece enerjik, zeki ve hafızası kuvvetli bir çocukmuş. Onun geleceğinden ümit duyan, evlerine misafir olarak gidip gelenler şöyle söylermiş: “İsmail Ağabey’in oğlu ileride bir şey olacak, bakalım ne olacak.” Küçük yaşlardan itibaren ona yapılan önerileri kişisine göre takip etmiş; yani hangi ağızlara bakacağını, kime kulağını yönelteceğini bilmiş.
Çocukluğunda “şunu yapacağım, bunu yapacağım” diye söylenirken babası ona yap ya da yapma demezmiş; “Kendine yakıştırıyorsan yap” dermiş. “Bu cümle o çocuğun aklında kalıyor, kendine yakıştırmak için sana bir sorumluluk ve bir seçim hakkı yüklüyor” diyor Murathan Mungan.
Yazarlık Serüveni
16-17 yaşlarındayken, o zamanın gençlik dergisi Hey’in sıkı bir okuru, hatta yazarı da desek uygun olur. Çünkü 1971-1974 yılları arasında dergiyi mektup yağmuruna tutuyor. Okur köşelerinde yazıları, yorumları, özel notları çıkıyor. Dergi en sonunda Murathan Mungan’a şöyle bir mektup yazmış: “Sizin mektuplarınız çok uzun oluyor. Yazı dilinizin ve değindiğiniz konuların güzelliği, kısaltarak yayımlamamızı önlüyor. Gönlümüz kaldırmıyor bunu. Daha kısa ve öz mektuplarınızı bekliyoruz“. Hatta üç farklı isimle dergiye yazılar gönderiyor: Murat Mungan, Murat Elemin, Keder Elemin (Elemin soyadı ile ilgili Harita Metod Defteri‘nde şöyle yazıyor, babası bir nedenden aile büyüklerine kızdığı için, bir süre Mungan soyadını bırakıp Elemin soyadını almış. İki yıl sonra tekrar Mungan soyadına dönülmüş. Ama Murathan Mungan’ın lise son sınıfı okuduğu Urfa Lisesi’nden mezun olduğunda, lise diplomasında soyadı Elemin olarak yazılmış).
Üniversite Yılları
1972 yılında başladığı Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Tiyatro Kürsüsünde 6 sene boyunca dramaturji ve metin çözümü temelli eğitim almış. “Türkiye Sinemasının İdeolojik ve Ekonomik Yapısı ve Yılmaz Güney Sineması” adlı lisans teziyle mezun olmuş. Aynı bölümde devam ettiği yüksek lisans eğitimini de “Aynı Malzemenin Üç Ayrı Türde Yazılması ve Yazarlık Tekniklerinin İncelenmesi” konulu yüksek lisans tezi ile tamamlamış. Yine aynı bölümde başladığı doktora eğitimini ve “Dil ve Yapı Özellikleri Açısından İki Kişilik Oyunlar ve Diyaloğun Evrimi” konulu doktora tezini, 12 Eylül 1980 olayları dolayısıyla tamamlayamamış. Bu arada mezun olduğunda başladığı Ankara Devlet Tiyatrosu’nda 6 yıl, 1985’te göreve başladığı İstanbul Şehir Tiyatroları’nda da yaklaşık 3 yıl dramaturgluk yapmış.
Mardin’in Etkisi
Mardin: Mungan, altın çağını çocukluğu olarak görüyor ve altın çağının geçtiği Mardin, farklı kültürlerin kesiştiği, birbirine eklemlendiği melez bir mekân ve adeta eserlerindeki başkişi. Mardin, Mungan’ın eserinde köklü aile yapısına, çocukluğa, geleneğe, kadim geçmişe, Ortadoğu’nun sözlü kültür geleneğine yönelişine bir zemin oluşturuyor. Mardin, adeta Mungan’ın ‘büyülü ayna‘sı. Dönüp dönüp her defasında kendini farklı biçimlerde görme imkânına kavuşabildiği, kendini şimdide ve geçmişte bulabildiği bir kaynak. Neden sıklıkla masala yöneldiği sorusuna verdiği cevapta, Mardin’in masalı güçlü biçimde besleyen kültürel geçmişine vurgu yapıyor: “Bir masal kentinden, Mardin’den gelmiş olmamdan belki. Benim için Mardin, içinde değişik kültürlerin yaşamasından doğan bir atmosfer. Çocukken dinlediklerimden, yaşadıklarımdan örülü bir dünya var” diyor.
Edebi Etkileri
Sevdiği Yazarlar: Dönüp tekrar tekrar okuduğu yazarlar var. Mesela Abdülhak Şinasi Hisar, Refik Halit Karay, Bilge Karasu gibi yazarlar. “Ben rüyası olan yazarları severim. İhsan Oktay Anar, benim için rüyası olan yazardır” diyor. Rüyası olmak, metne daha sahicilik katan bir şeydir, diyor.
Yazarlık Süreci
Yazarlığa Nasıl Başladı? 1972’de “Tüm yaşamımın belki de en mutsuz yılıdır” dediği yılda, Ankara’da Beşevler’de yazı masasına oturmuş ve yazar olmaya karar vermiş. İki dosya dolusu, iki kitap olacak kadar öyküsü varmış. Her dergiye yazı gönderiyor, mektuplar yazıp bekliyormuş. Çeşitli dergilerde yazıları çıkmış. 1980’de ilk kitabı basılınca, kitaplı bir yazar olarak kabul görmüş.
Yazarlığın dramatik köşe taşlarını da farkında olmayarak çok erken yaşta öğrendiğini söylüyor. Bunu bir anısı ile açıklıyor: Ankara’da dayısının oğlunu bir filme götürmüş, Ayhan Işık’ın bir filmiymiş. Daha çocuk yaştalar. Murathan Mungan bu filmi daha önce izlemiş ve bu ilk izleyişinde filmin bir sahnesinde korkarak yerinden sıçramış. Kuzenine de “şimdi çok korkacaksın, şimdi çok korkacaksın” diye sürekli söylemiş. Filmin o sahnesi geldiğinde kuzeni korkmamış. Murathan Mungan da bu olaydan bir ders çıkarmış; kendi kendine “Sen habersiz yakalandığın için korktun” demiş ve o yaşında dramatik sanatlara ilişkin bir şey öğrenmiş. Bir daha da kimseye “Bak burada korkacaksın, burada ağlayacaksın” dememiş.
Yazım Teknikleri
Nasıl Yazıyor? Başta daktilosu yokmuş elle yazıyormuş, sonradan daktilo ile yazmaya başlamış. Şimdilerde bilgisayar ile yazıyor ama sonradan el yazısı ile notlar ekleyip tekrar bilgisayara dönüyormuş.
Yazarken ölçüsü, önce kendini ikna etmek. Yazısında bir yerde bir şey hissediyorsa, sezgilerine güvenerek aradığı şeyi bulana kadar beklermiş. Hatta şöyle düşünüyor: “Kendini şaşırtırsan, okuru da şaşırtırsın.” Yazdığı konuya emek veriyor, araştırmalar yapıyor. Örneğin “Lüks Terzinin Kızları“nı çalışırken, terziler için yazılmış bir sürü dergi, yayın okumuş. “Hala da ders çalışır gibi, okuyor, öyle yazıyorum” diyor. Belki bu okudukları sadece bir cümle olacak ama “ayrıntıların inandırıcılığı önemlidir” diyor. Bir yazarın metnini inşa etmesinde iki temel şey var diyor:
- Gerçekten yaratıcı olması,
- İyi bir teknisyen olması.
“Eğer bu ikisinden biri eksikse, metin bir yelerinden sökülüveriyor.”
Her yazdığını yayıncısından önce mutlaka 3-5 kişi okurmuş. Edebiyat beğenisine güvendiği uzmanlara da okuturmuş. Örneğin Şairin Romanı‘nda rüya tabircileri var ve bunlar aslında psikiyatristlere benziyor. Bir kusur var mı diye Engin Geçtan okumuş, Bülent Somay okumuş. Mutfak oyununu yazarken lokanta işleten iki kadın okumuş. “Yazımla ilgili bana her şey söylenebilir. İşime geleni, işime yarayanı alırım” diyor.
Ödülleri
ÖDÜLLERİ: 1973 yılında, Murathan Mungan 18 yaşındayken, Atilla Dorsay ile Engin Ayça’nın çıkardığı Yedinci Sanat Dergisi’nin açtığı Kısa Film Öyküsü Yarışması’nda “Mardinli Kıdo” adlı öyküsüyle mansiyon ödülüne değer görülmüş. Bu aldığı ilk ödül. Daha sonra bir bankanın açtığı oyun yarışmasında 24 yaşındayken yazdığı “Mahmud ile Yezida” oyunu ile ödül alıyor ve böylelikle ilk kitabı yayımlanıyor.
Gösteri Dergisi’nin genç şairler arasında açtığı yarışmada “Sahtiyan“la 1981 yılında birincilik ödülü kazanıyor ve “Osmanlıya Dair Hikâyat” ile 1980’de Akademi Kitabevi tarafından ödül veriliyor. “Bir Garip Orhan Veli” ile Ankara Sanatsevenler Derneği’nin verdiği 1980/81 dönemi Ankara Sanat Kurumu Övgüye Değer Yazar Ödülü’nü alıyor. Taziyeile 1983/84 döneminde Ankara Sanat Kurumu Yılın En İyi Tiyatro Yazarı Ödülü’nü; 1987’de “Hedda Gabler Diye Bir Kadın” öyküsü ile üç yazar arasında (Tomris Uyar-Nedim Gürsel-Murathan Mungan arasında) paylaştırılan Haldun Taner Öykü Ödülü’nü alıyor ve “Geyikler Lanetler” ile İsmet Küntay En İyi Yazar Ödülü’nü alıyor.
1987 sonrası hiçbir ödüle, yarışmaya başvurmuyor. Aldığı prensip kararıyla da hiçbir edebiyat ödülü jürisinde yer almıyor. Ama 2012 yılında ona Erdal Öz Edebiyat Ödülü veriliyor.
Eserlerinin Özellikleri
Genel Özellikler
14 yaşındayken Mardin’de bir akrabasının çıkardığı Son Haber adlı yerel gazetede “Hoyrat Rüzgarlar” adlı romanını yayımlıyor. Bu roman, o zamanlar seyrettiği, okuduğu dramlardan etkilenerek yazdığı, sonradan hiç beğenmediği bir roman. Aynı gazetede Mardin’den Haberler köşesini de yazıyormuş. O dönem “Hey” dergisine ve “Ses” mecmuasına yazılar da yazıyormuş. 1977’de Yedigün adlı dergide sinema yazıları yazmaya başlıyor. Yine başka dergi ve gazetelerde sinema yazıları yazmaya devam ediyor.
Mungan’ın eserleri, karşılaştırmalı okumaya imkân veren bir yapıda. Mungan’ın bu yapıyı destekleyen iki temel özelliği var:
- İlki, çok sesli ve girift kurgu(lama) yöntemi. Mungan, sosyoloji, psikoloji, felsefe, tarih gibi bilim dallarındaki çeşitli kavramları birbirleriyle ilişkilendirerek örüyor.
- İkincisi, Mungan’ın gelenek ve moderni bir araya getiren, sentezleyen üslubu. Mungan masal, efsane, destan, halk hikâyesi gibi geleneksel anlatı türlerinin niteliklerinden yararlanırken, diğer yandan metinlerarasılık, yeniden yazım, üstkurmaca gibi modern anlatım tekniklerinden besleniyor. Geleneksel anlatı biçimlerini, postmodern anlatı biçimleri içinde geliştiriyor.
Eserlerinde genel olarak → Türkiye’nin doğusundaki ve batısındaki halk hikâyelerini, efsaneleri, masalları + günümüz anlatım teknik ve biçimleri ile yeniden kurguluyor ve geleneksel olandan yola çıkarak tüm bunların uyumlu bir birlikteliğine ulaşıyor. Yalnız Murathan Mungan anlatılarının sonu, bir masal gibi mutlu sonla tamamlanmıyor. Aslında bildiğimiz masallar hep mutlu sonla biterken; halk hikayelerinde mutsuz son var. Murathan Mungan’ın anlattıkları mutlu sonla bitmeme durumuyla, bu anlamda efsaneleri, halk hikâyelerini andırıyor.
Poeta Doctus
Murathan Mungan poeta doctus bir yazar olarak adlandırılabilir. Poeta Doctus = Latince bilge şair demek. Başka bir ifadeyle, eserlerinde kültürel unsurları bilinçli olarak kullanan, onlardan bolca alıntı yapan yazar veya bilim insanı. Murathan Mungan, eserlerinde; yaşadığı yerlerden edindiği kültürel mirasa geniş yer veriyor. “Benim kalemim kostümlü bir kalem. Kalemimi yazının çeşitli disiplinlerinde, türlerinde, farklı atmosferlerle giyindirmeyi seviyorum” diyor. Aynı zamanda bireyin kendisiyle yaşadığı çatışmaları, bireyler arasındaki temel çatışmaları, geleneklerin katılığına-acımasızlığına bakarak birey-toplum çatışmasını işliyor ve bunu yerelden evrensele doğru aktarmaya çalışıyor.
Ses ve Müzik
Murathan Mungan, varolmanın önkoşulu olarak kendini ve çevresini dinlemeyi önemsemiş bir şair/yazar; ses onun için çok önemli. Murathan Mungan’ın eserlerinde edebiyat ve müzik ilişkisi belirgin. Öykülerinde ses, müzikalite, matematik ilişkilerine çok dikkat eden bir yazar. “Evreni açıklayacak iki şey vardır: Matematik ve sevgi” diyor. Öykülerinde ses için ritim oluşturuyor, öykülerini adeta bir müzik eseri gibi dokuyor ve kelimeleri matematiksel bir düzenle seçiyor. Ona göre evrenin yapısında görülemeyen bir matematik var ve kaliteli sanatçılar görülemeyen bu matematiğe ulaşma arzusunda. Ayrıca Mungan, kelimelerin renk, ses, koku çağrışımlarıyla metnin ses gücünü yükseltiyor. Örneğin Aşk Cinayetiöyküsünde: “Kimse kimseye dilini öğretemez o telefonda. Üşüyerek, elleri ceplere saklayarak, titrek seslerle konuşulur” diyor.
Menajerli Yazar
Murathan Mungan Türkiye’nin ilk menajerli yazarı 25 şiir kitabı, 11 hikâye kitabı, 6 tiyatro oyunu, 14 deneme, 5 roman (Beşpeşe dahil olursa 6 roman), 3 senaryo ve 28 adet seçki ve diğer eserleri ile farklı edebi türleri okuyucuları ile buluşturan bir sanatçı (Bu eser sayıları Haziran 2025 itibarıyla geçerlidir). 1995’te 40. yaşı için yazdığı “Murathan’95 (1996)”, Murathan Mungan’ın yazarlık yaşamının farklı aşamalarında kaleme aldığı farklı türdeki eserlerinden parçaları içeriyor. 50. yaşına özel yayımlanan “Elli Parça (2005)” adlı kitabında ise o yıla kadar yazdığı ama henüz tamamlamadığı Şairin Romanı, Harita Metod Defteri, Kadından Kentler, Yedi Kapılı Kırk Oda gibi farklı eserlerinden parçalar, ipuçları bulunuyor. Bu kitap bir defalığa mahsus basılmış.
Yazdığı eserlerini geç yayımlamasıyla ilgili şöyle ise diyor: “Yazarların geldikleri kendi olgunluk yerleri var. Her malzeme her yaşta yazılmayabilir… Kalıcı bir eser yapmak istiyorsan zamana yaslanmayı bileceksin. Yazarlıkta en önemli şeylerden biri –çalışmak/araştırmak dışında- sabrı kullanmaktır.“
Şarkı Sözü
İlk şarkı sözü denemesi Şarkıcı Kız Kezban’ın Önlenebilir Tırmanışı adlı bir müzikal oyun için yazdığı sözler; müziklerini de Yeni Türkü Grubu’nun bir üyesi olan Selim Atakan hazırlamış. “Şarkı sözü yazmak benim arka bahçemdir” diyor. Yeni Türkü grubunun da seslendirdiği birçok şarkı sözü ona ait: “Çember“, “İstersen Hiç Başlamasın“, “Maskeli Balo“, “Telli Telli“, “Olmasa Mektubun” gibi. Henüz sahnelenmemiş olan “Şarkıcı Kız Kezban’ın Önlenebilir Tırmanışı” müzikalinde bu şarkılar var (Ayrıca aynı isimli şarkı da Söz Vermiş Şarkılar albümünde seslendirilmiş). Şiir ve şarkı sözünü iki ayrı disiplin olarak düşünüyor. “Şiir okunmak için yazılan, kendi müziği olan, arkasında başka bir müziğe gerek duyulmayan bir tür. Bestelendiğinde kulakta o ezgi olmadan okunamıyor” diye anlatıyor. “…şarkı sözlerimi herhangi bir şiir kitabıma almam; ama gerekirse şarkı sözleri diye ayrı bir kitapta toplarım. Bu benim için hiyerarşik bir sıralama değil, türsel bir sınıflamadır” diyor.
Bu nedenle şiirlerinin bestelenmesine izin vermiyor. Aynı nedenlerle öykü ve romanlarının filminin çekilmesine izin vermeme kararı almış; yıllar boyunca bu kararını uygulamış. En fazla filme çekilme teklifi alan eseri ise Kırk Odakitabındaki “Boyacıköy’de Kanlı Bir Aşk Cinayeti” olmuş.
Kahramanları
Murathan Mungan’ın kahramanları: Asıl rollerine başkaldırıyorlar. Hep, çözümü olmayan, mutsuz bir sona ulaşıyorlar. Aslında Murathan Mungan’ın önemsediği şey “Bir iç gücü kazanma“. “O sorun yokmuş gibi yapmak, sorunu gömmek, yalancı mutluluklarla avutmak, oyalamak doğru değil, ya da mutsuzlukla beslenmek, yara göstermek, acıyı kutsamak da değil yapmak istediğim. Her şeye karşın içimizi güçlendirmenin yollarındayım” diyor. Başkalarının karamsar dediğine, “karanlığı görme gücü” diyor. Murathan Mungan’ın eserlerinde yer alan kişilerin ortak noktası:
- Kişilerinin hiçbirinin çatışma alanından zaferle çıkmaması,
- Kişilerin haklı veya haksız olmamaları,
- Kişilerin genelde benlik çatışması içinde olması.
SEÇİLİ ESERLER
Paranın Cinleri (1997), çocukluğunu, Mardin’i, ailesini, iç dünyasını anlattığı bir eser. Okuyunca eserlerinin içindeki mistisizmi, zengin bir gelenek ile modernizmi nasıl bir araya getirdiğini daha iyi farkediyorsunuz.
Harita Metod Defteri (2015): 30’lu yaşlarda yazmaya başladığı, 2015’te biten; yazımı yaklaşık 30 yıl süren, Paranın Cinleri içinde yer almayan anılarının bulunduğu, Paranın Cinleri ile bir süreklilik gösteren kitabı.
Tiyatro Eserleri
TİYATRO OYUNU: “En zoru oyun yazmaktır. Yazarlığınızı sınayacaksanız, oyun yazacaksınız. Çünkü romanda yazarın elinde sonsuz sayıda sözcük var, sayfa var; ama sahnelenmek üzere tasarlanan bir oyunun elindeki tek malzemesi sözcükler. Az sayıda sözcükle durum, karakter yaratma, ilişki kurma, geliştirme ağır ustalık isteyen bir iş. Ayrıca iyi bir öykü yazarı olmak için de iyi bir oyun okuru olmak gerekir” diyor. Murathan Mungan oyunlarında beden dilini en iyi yansıtan yazarlardan biri. Onun yazdığı oyunlarda karakterlerin yaşadığı psikolojik değişimler okuyucuya çok iyi yansıyor, okuyucu okurken adeta oyunu yaşıyor.
Mezopotamya Üçlemesi

“Mahmud ile Yezida”, “Taziye” ve “Geyikler Lanetler” adlı 3 oyundan oluşuyor. Oyunlar kalabalık kadrolu, dramaturjisi hayli zor olan ve titiz bir reji çalışması isteyen oyunlar. Murathan Mungan, Mezopotamya Üçlemesi ile Ortadoğu coğrafyasında yaşayan insanın geleneksel var olma biçimlerini değerlendiriyor.
Mezopotamya = Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerimizi de içine alarak Bağdat’tan körfeze uzanan, Fırat ve Dicle nehirleri arasında kalan bölgenin adı. Mezopotamya’yı geniş bir dış halka olarak düşünürsek, buradan iç tarafa Güneydoğu’ya, oradan da Mardin’e doğru yaklaşan bu 3 halka, Murathan Mungan’ın eserlerinin arka planını oluşturuyor. Eserlerini güçlü kılan belirleyici unsurlardan biri de Mezopotamya kültürünü bir bütün olarak eserlerine yedirmesi.
Bunu yaparken de biçime destansı bir estetik katıyor ve içeriğe trajik bir derinlik katıyor. Geyikler Lanetler’de geniş zamanın içinde anlatıyor ama bugünün dilini kullanıyor. İlk iki oyunda (Mahmut ile Yezida ve Taziye’de) ise şive yer alıyor. “Mezopotamya Üçlemesi’nin asıl meselesi, içine doğduğu coğrafyaya dil aramaktır” diyor Adalet Çavdar.
1. Mahmut ile Yezida (1980)

Mahmud ile Yezida, zamanlar üstü bir “destan” formu taşıyan tiyatro oyunu. Aşkın karşısında inanç çatışmasını ve aşkın yenilgisini ele alan bir oyun.
Oyun, bir bankanın açtığı yarışmada ödül alıp 1980 Mayıs’ında yayımlandıktan sonra, hem tiyatro hem sinema camiasında büyük ilgi toplamış, Devlet ve Şehir Tiyatroları’nın repertuarına hemen alınmış. Ancak dönem itibarıyla ertelenmiş. Mahmud ile Yezida yurtiçinde ve yurtdışında birçok topluluk tarafından sahnelendikten sonra, profesyonel anlamda ilk kez 1993 yılında Antalya Devlet Tiyatrosu tarafından sahnelenmiş.
Murathan Mungan, bir gezi sırasında daire içine alınan bir Yezidi’nin taşlanması trajedisi ile karşılaşıyor ve bunu töreye başkaldıran bir Yezidi kızının isyanını anlattığı tiyatro oyununa dönüştürüyor. Mahmud ile Yezida, farklı inanışlara/kültüre sahip olan birbirine âşık iki gencin masalı. Kavuşmak için adaklar adıyorlar, töreye başkaldırıyorlar ama yine de kavuşamıyorlar. Anlatı, bir aşk hikayesinden bir çember hikayesine dönüşüyor. Murathan Mungan bu oyunu “çember inancı” üzerine kurgulamış. Burada geçen çember anlatısında, etrafına çember çizilen kişi, bu çemberi çizen kişi silene kadar içinden çıkamıyor. Eğer çemberin içinde olan kişi çemberi çizmişse; içindeki yine çıkamıyor ama çemberin içindekine de kimse dokunamıyor, ancak ölüm. Bunun için Murathan Mungan diyor ki “Çember, çizen için komedi; içindeki içinse dramdır. Ama eğer biri kendini çember içine almışsa bu trajedidir.” Mahmut ile kavuşması imkansız olan, çaresiz kalan Yezida, çemberini kendi elleri ile çiziyor. Evleneceklerini hayal ettikleri gün Mahmut’un açacağı saçındaki 40 örüğü, çemberin içinde aç susuz kalarak, her gün bir tane olmak üzere, 40 gün boyunca kendi açıyor. 40. gün sonunda tüm örgüler açılınca can veriyor. Bu metinde, birey olmanın, insan olmanın zorluğu anlatılıyor.
2. Taziye (1982)

Taziye, Mezopotamya Üçlemesi’nin ikinci oyunu. İlk olarak 1984’te Ankara Sanat Tiyatrosu tarafından sahneleniyor. Oyun tek bölüm halinde, bir bütün olarak oynanıyor. Bu oyun da Mahmud ile Yezida’da olduğu gibi feodal yapının topluma dayattığı yaşam koşullarını protesto etme üzerine kurgulanmış bir oyun. Mahmud ile Yezida‘da → kahramanlar töreye karşı çıkıp kendi kaderlerini ölüm pahasına seçiyorlar. Taziye‘de ise → yazgı, tamamıyla törenin insafına bırakılıyor. Murathan Mungan, Taziye’de bir tragedya ortaya koymuş ama Yunan tragedyası gibi değil. Bu da oyunu ilginç kılan nokta aslında. Metin, bütün gelenekleri ve dram sanatının inceliklerini yansıtıyor.
Oyun Bedirhan Ağa’nın cenaze töreniyle başlıyor. Bedirhan, 15 yıl önce babasını öldüren (kanlısı) Şerho Ağa’nın kızı Fasla Kadın’ı intikam amacıyla kaçırıyor ama ona sevdalanıyor. Bu hesapta olmayan sevda, töreye aykırı olduğu için köyün büyükleri tarafından istenmiyor. Nitekim Bedirhan Ağa ile Fasla Kadın’ın mutlu bir evlilikleri var ve bir de oğulları oluyor, adı Heja. Çocuk 15’ine geliyor. Kinini unutmayan Şerho Ağa’nın adamları, Bedirhan Ağa’nın canını alıyor. Tek şüpheli de kasrın gizli kapısını içerden açtığı düşünülen Fasla Kadın.
Bedirhan Ağa’nın annesi Kevsa Ana, gelinini en başından beri istememiş. Kevsa Ana ve aşiretin büyükleri Heja’dan, töre gereği annesinin canını almasını istiyorlar, mecbur bırakıyorlar. Hatta annesi Fasla Kadın da oğlunun durumunu görüyor; oğlundan razı olduğunu denileni yapmasını, oğlunun geleceği için istiyor. Oyunda Heja’nın kendi annesini öldürme sonucuna gelme süreci, çocuğun annesinden utanmasıyla ve onu öteki olarak görmesiyle başlıyor. Yaşlılar Heyeti (yani Toplum) onu nihayetinde kendi hizasına çekiyor. Aslında Heja annesinin suçsuz olduğunu biliyor. Oyunda istemese de denileni yapmak zorunda kalan Heja, annesi ile helalleşiyor; Kevsa Ana’nın ve köyün dediğini yapıyor. Heja görünüşte köyün istediği kişi olup onlara benzemiş oluyor. Ancak annesi can verdikten sonra, onu bu sonuca itip taziye için yanına gelmek isteyen aşireti annesinin huzuruna kabul etmiyor; ağlayıcı kadınları, diğer insanları çıkarıyor. Annesinin taziyesini bir başına yapıyor, yasını tek başına tutuyor. Bu, içinde hala insani değerler olduğunu gösteren bir sahne.
Yine de oyun gösteriyor ki, bu düzen içinde oğulların kendi babalarına benzemekten ve düzeni sürdürmekten başka şansları yok. Aslında kız çocuklarının kaderi de öyle, kızların kaderi de annelerinin kaderine benziyor.
Taziye, Mezopotamya Üçlemesi’nin üslubu en sert olan metni. Trajik olanın gerilimi bakımından, Yunan tragedyasını hatırlatıyor. Üç oyunun temelinde aşk ve töre olsa da Taziye dil, anlatım ve oyun kurgusuyla diğer iki oyundan ayrılıyor. Taziye hem bir oyun, hem bir ağıt hem de bir destan.
3. Geyikler Lanetler (1992)

“Biriktirdiğim her şeyi verdiğim yapıt” dediği, 14 yılda yazdığı, serinin üçüncü ve son oyunu. Geyikler Lanetler, anlatım tekniği, olay örgüsü, karakterlerin çokluğu, söylem (yani diskur) bakımından Murathan Mungan’ın en güçlü tiyatro oyunu sayılabilir. Birden çok hikâye birbirleriyle sarmal bir yapıda ilerliyor. Anadolu’nun bazı bölgelerinde hala görülen batıl bir inançtan yola çıkarak bu oyunu yazıyor. Oyun, yüklü (hamile) bir geyiği öldürmenin vebalini dört nesle yüklüyor. Bu gelenek Mezopotamya kültüründe yerleşik bir gelenek.
Geyik Motifinin Önemi
Geyik Murathan Mungan’ın hayatında da önemli. Hayatının belli kısımlarını anlattığı Paranın Cinleri kitabı, “Çocukken bir geyiğe tutulmuşum” diye başlıyor. Mungan’ın 3-4 yaşlarına denk gelen bir anısında, ısrarla geyik istemesine dayanamayan babası, bu dileğini yerine getiriyor. Mazıdağı’ndan bir geyik yakalatıp Mardin’e getirtiyor. Evlerinin merdiven boşluğundaki bir kafeste tutulan geyiği günlerce izlediğini, bunu, içi doldurulmuş ölü bir geyikle değiştirdiklerinde bile tutkuyla izlemeye devam ettiğini söylüyor. Geyik, sonraları Mungan’ın Geyikler Lanetleroyununun kurgusunda ve dokusunda önemli bir yere sahip olmuş. Oyun “geyiklerin laneti” üzerine temellendirilmiş.
Güneydoğu Anadolu ritüellerinden ve “taziye” geleneğinden getirdiği biçimsel denemelerle oluşturduğu “Mahmut ile Yezida” ve “Taziye” oyunlarından sonra “Geyikler Lanetler”i yazıyor. Serinin ilk iki oyununda kullanılan dilden ve şiveden uzaklaşıyor, üslup sadeleşiyor. Murathan Mungan’ın Cenk Hikâyeleri (1986) adlı kitabındaki Kasım ile Nâsır‘ın öyküsünün oyunlaştırılmış biçimi. Hatta yine Cenk Hikayeleri kitabındaki Şahmeran’ın Bacakları hikayesinde bir iç hikaye olan Cihanşah’ın başından geçen olaylara baktığımızda, orada da geyik anlatısı bulunuyor. Cihanşah, o güne dek gördüğü en güzel geyiğin peşinden avlamak için gittiğini anlatırken, “Nereden bilirdim geyik vurmanın lanetini?” diyor. Geyiği avladıktan sonra başına gelenler, yaşadığı kayıplarla ilgili de “O zaman avcı olan ben, şimdi avdım…. O zaman anlayamadığım şeyi şimdi anladım” diyerek geyiğe yaşattığı ve kendi yaşadıkları ile ilgili kesişmeyi anlatıyor.
Geyik Motifinin Sembolik Anlamları
Geyik motifi “Geyikler Lanetler”de önemli bir yer tutuyor. Geyik sembolik olarak masumiyetin işareti. avlanmasının zorluğu nedeniyle ulaşılmazlığı da temsil ediyor. Eski inanışların kiminde uğurlu, kiminde lanetli olarak geçiyor. Eski metinlerde “avcının kovaladığı geyiğin bir mağarada kaybolması ve avcıyı mağaraya çekmesi’, geyiğin zaman zaman karanlığın yani ölümün sembolü olarak görülmesine yol açmış. Geyik avının, özellikle de hamile geyik avının uğursuzluğu üzerine söylenmiş masal ve efsanelerimiz de oldukça fazla. Kasım ile Nasır‘da da geyik, ölüm sembolü olarak kullanılmış. Yine Cenk Hikayeleri kitabındaki Binali ve Temir‘de de Binali’nin başına gelenler, bir geyiği vurduğu için. Temir, “Ceylan vurulmaz, ceylan ölüsü lanetler adamı” diyor.
Murathan Mungan’ın eserinde yer alan avcının geyiği avlaması yerine geyiğin avcıyı avlaması durumu, eski menakıbnamelerde de görülüyor. Mesela Battalname’de Battal Gazi bir gün ava çıkıyor, geyik avlamak isterken geyik onu avlıyor.
Oyunun Hikâyesi
Bu oyunun → Modern hayatın başlangıç evresini ele alan; göçebe bir toplumun, göçmekten vazgeçip yerleşik düzene geçişini ve bu durumun sancılarını anlatan bir hikâyesi var. Dört kuşağın hikayesini, bir masal gibi anlatıyor. Konargöçer bir aşiret beyinin tek oğlu olan Hazer Bey, töreleri yok sayarak aşireti yönetmeyi tercih ediyor; babasına başkaldırarak yerleşik hayata geçiyor, ama yerleştikleri yer bir geyik yurdu. Böylece Geyikler Lanetler oyunundaki ilk lanet, ormanda geyik ocağına yapılmaması gereken mekan hakkında oluyor. Üstüne üstlük evlendiği kız (Kureyşa), kendi obasından değil. Bu şekilde evlenmesi ve yerleşik olması babasını kızdırıyor. Ayrıca beyliğinin bir göstergesi olarak ve yurt tuttuğu yerin dirlikten-düzenden yoksun kalmaması için, töre gereği avlanması gerekiyor. Göçerlik töresi gereği bir geyik avlayarak ilk kanı akıtıyor. Ancak hamile bir geyiği vuruyor; geleneklere karşı geliyor ve lanetleniyor. Hazer Bey sonunu hesap etmeden, konar zamanda göçer zamanların töresiyle hareket etmiş oluyor. Bu ilk kan, bir nevi domino etkisi yaratarak aşireti geri döndürülemez lanetli bir yola götürüyor. Kutsal olanın çiğnenmesi aileyi etkiliyor. Bu yüzden mekanın cinleri intikam için kadınlar yoluyla erkekleri cezalandırıyor. Başta iki ayrı, ama birbirine bağlı lanet var:
- Hazer Bey’in Laneti: Hazer Bey’in babasına/törelere başkaldırıp kendine ayrı bir yol çizmesi ve geyik ocağını yurt yapması sonucunda kavim ikiye bölünüyor ve babası da Hazer Bey’i lanetliyor.
- Geyiğin Laneti: Hazer Bey, daha sonra vurduğu hamile geyikle laneti ikiye katlıyor. Bu insanın kendi kendine, kendi yanlış davranışıyla başına açtığı lanet. Geyik avı yasağı motifi masallarda önemli. Çünkü geyik avlanırsa, bu durum kahramanın başından geçecek zorlu maceranın başlangıcı anlamına geliyor.
Lanetlerin Gelişimi
Oyunun mekânı olan kasrın inşa edildiği yer, geyiklerin asıl yurdu demiştik. Oyunda sadece Hazer Bey’in karısı Kureyşa’nın, her gece duyduğu bir ses var. Bu ses, ilk kanın akıtılmasından sonra, yurdundan edilen geyiklerin dinmeyen sesi; geyiklerin isyanın sesi gibi.
Normalde göçer oldukları zamanlarda ilk kan, yeni bir yere giderken toprağa gömülüyor. Ama onlar artık konar oldukları için kanı toprağa geri vermiyorlar. Seslerden huzur bulamayan, çocukları olmamasını bu lanete bağlayan Kurayşa, bir kurtuluş bulamıyor; laneti ortadan kaldırmak için kendini zehirlemek pahasına öldürülen ilk geyik kanını zehir diye içiyor. Kureyşa daha önce hamile kalamadığı halde, geyiğin kanını içince (lanet onun bedenine girip) onu gebe bırakıyor. Geyiği öldüren oba beyi Hazer Bey’in bütün ailesi, bu geyiğin kanıyla lanetleniyor. Böylece geyiğin bu ilk kanı, bütün bir oba halkının soyuna karışıyor. Eski Türk ritüellerinde, bir hayvana ait olan parçayı kullanan kişilerin, o hayvana dönüştüğüne inanılıyordu. Burada da oba, görünüşte değil ama içten içe, yavaş yavaş geyiğe dönüşüyor. Ayrıca Geyiğin boynuzları ile ağaç arasında da biçimsel anlamda benzer bir görünüm var ve her ikisinin de bereketi/doğurganlığı-üremeyi simgelediği düşünülüyor. Sonunda çocuğu olmayan Kureyşa’nın Mustafa adını verdikleri çocuğu doğuyor.
İkinci Kuşak: Mustafa ve Cudana
Hazer Bey’in oğlu Mustafa da 15 yaşına vardığında yine töre gereği avlanmaya gidiyor; avda gördüğü bir geyiğe, geyiğin gözlerine sevdalanıyor. Oysa geyik, bu soya musallat olan lanetin göstergesi. Mustafa bu sevdadan vazgeçmeyince efsuncular bu geyiği bir kadına çeviriyor. Gözleri dışında her yeri, adeta bir metamorfozla kutsal bir hayvandan insana dönüşüyor. Geyiğin kadın şekline dönüşmesi motifi de Türk halk edebiyatında sıklıkla rastlanan bir durum. Cudi dağlarındaki bir geyikten insana dönüştürüldüğü için Cudana ismi konuyor ve Mustafa onunla evleniyor. Ancak doğumu doğal yoldan olmadığı için Cudana’nın da çocuğu olmuyor ve çocuğu olması için ceylan gözlerinden vazgeçmesi gerekiyor. Cudana’nın gözleri, ödenmesi gereken bedel ve her bir gözü bir oğlunu simgeliyor. Gözlerini feda eden Cudana’nın iki erkek çocuğu oluyor: obanın gelecek beyleri olacak ikiz kardeşler Kasım ile Nasır ve bu oba beylerini, aslen bir geyik olan Cudana doğurmuş ve büyütmüş oluyor. Aslında Cudana geyik soyundan geldiği için, oğulları da lanetli geyik soyunu devam ettirmiş oluyorlar. Mustafa ise gözlerine sevdalandığı Cudana’yı unutuyor. Cudana bunun üzerine ölümün çocuklarının elinden olsun diye Mustafa’ya sürekli beddualar, lanetler ediyor.
Lanetlerin Sayısı ve Simbolizmi
Oyunda baştaki ilk iki lanet hariç, Cudana’nın dilinden şiir biçiminde dokuz ayrı lanet yer alıyor ve oyun yedi bölümden oluşuyor; öndeyiş ve sondeyiş bölümünü de eklersek dokuz bölüm oluyor. 7 ve 9 sayıları oyunun içinde sık sık kullanılan ve büyülü olduğuna inanılan sayılar. Oyunda her lanet, bir diğerinin kapısını aralıyor. Geyiğin sevdasıyla başlayan hikâye, öfkelerin kuşaktan kuşağa devşirilmesiyle devam ediyor.
Üçüncü Kuşak: İkizlerin Trajedisi
Kasım ile Nasır 15 yaşına gelip ava çıktıklarında babaları Mustafa Bey’i geyik suretinde görüyorlar. Cudana’nın bedduası oluyor ve ikizler babalarını avlıyorlar. İnsanın geyik biçimine girmesi de eski inanışlarda görülen bir durum. Ancak burada bir biçim değiştirme durumu olmasa da, Mustafa Bey çocuklarına geyik olarak görünüyor.
İnsanlarla geyikler arasında adeta bir soy devam ettirme mücadelesi yaşanıyor. İnsanlar geyikleri avlamaya devam ediyor; ama geyikler de kanlarına bulaştırdıkları Ianetle bir anlamda insanları avlamaya devam ediyor.
Ayna Metaforu
Oyunda erkekler → baba X oğul karşıtlığında, birbirlerinin hem yaşamının hem de ölümlerinin sorumlusu. Aynanın baktığımız tarafını düşünürsek; aynanın görünen tarafında babadan oğula geçen lanet ve beddua var.
Oyunda kadınlar → açısından bakarsak; Aynanın görünmeyen tarafında/arka tarafında; geyiklerin laneti, kadından kadına geçiyor; bunu beyliğin kadınlarının kendisi biliyor ve gizli tutuyor, sır olarak tutuyor. Aynanın sırrı. İlk dişi, aslında kurban edilen geyik ve onun zehirli sayılan “dişi geyik kanı” ile soy sürüyor. Sonrasında üç kadın ve onların alın yazıları anlatılıyor.
Dördüncü Kuşak: Son Döngü
İkizler de (Kasım ile Nasır da) büyüyor. İkizlerden Kasım, Süveyda ile evleniyor; Bakır adında bir oğulları oluyor. Ama geyiklerin laneti ne yazık ki bitmiyor. Kasım çıktığı uzun yolculuktan 7 yıl boyunca dönmüyor, öldü sanıyorlar. Karısı Süveyda töre gereği, daha çok da (artık Mustafa’nın ölümüyle beylikte sözü dinlenen kişi olarak) Cudana’nın zoruyla, Kasım’ın ikiz kardeşi Nasır ile evlendiriliyor ve onların da Sidar adlı bir oğulları oluyor. Oyundaki son lider bey olarak gösterilen Sidar’ın sünnet töreninde Kasım zorlu yollardan geçerek obaya dönüyor. Öldü sanılan Kasım, 7 yıl sonra obasına geri döndüğünde kardeşini karısı Süveyda ile evlenmiş ve onun yerine obanın beyi olmuş şekilde buluyor. Bu durum nedeniyle beylik için ölümcül bir dövüşe girmeleri isteniyor, “Hak Dairesi” çiziliyor ve bu dairenin içinde yapılan dövüş sonucunda Kasım can veriyor. Böylece kardeşlerden biri hem baba katlinin ortağı oluyor hem de kardeşinin sebebi oluyor. Geride kardeş çocukları Bakır ve Sidar kalıyor. Özellikle sondaki toprak ve kum vurgusuyla, töre denen bu lanetli kısır döngünün Sidar ve Bakır arasında da devam edeceği tahmin edilebilir. Bu bir “Kendini dönen daire“. Bir kısır döngü. Hazer Bey’in babasının bedduasıyla başlayan lanet, âdeta babadan oğula miras şeklinde ilerliyor. Hazer Bey’in soyundan gelen hiç kimse eceli ile ölmüyor.
Mitolojik Göndermeleri
Kasım ile Nasır arasındaki bu kardeş kavgası da pek çok simge içeriyor: Habil-Kabil öyküsü, Gılgamış-Enkidu karşılaşması gibi birçok gönderme var. İkizlerden birinin diğerini öldürmesi, yine ikiz olan kardeşler Romus ve Romulus‘un diğerini öldürmesi hikayesine de benziyor denilebilir.
Oyunun Temalar ve Anlamları
Oyun, Mezopotamya bölgesine ait birçok töre unsuru ile dolu: Dul kalan kardeşin karısıyla evlendirilmek, oba dışından evlenmemek, lanetlenmek, gebe geyiğin vurulmasının uğursuzluk sayılması, muska yaptırmak, kararları aşiret büyüklerinin alması gibi birçok halk inanışı var… Geyikler Lanetler, aynı zamanda insanoğlunun gelişirken, zaman içinde doğanın ekolojik dengesine verdiği zarara da gönderme yapıyor. →İnsanın doğaya vereceği zarar, bir gün mutlaka ona ve gelecek nesillere etki eder anlayışı da oyunun ana fikrini oluşturuyor diyebiliriz.
Sahnelenme Tarihi
Halkanın üçüncü oyunu Geyikler Lanetler’in tamamlanmasının ardından Metis Yayınları 1992’de bu oyunları üç ayrı kitap olarak yayımlıyor. 1994’te bu üç oyun bir yıl boyunca Devlet Tiyatroları tarihinde ilk kez olmak üzere arka arkaya Antalya Devlet Tiyatroları tarafından sahneleniyor; yine aynı yıl İstanbul Uluslararası Tiyatro Festivali’nde, üç oyun art arda tam “on bir saat süren bir gösteri” olarak sunuluyor. Bu, tiyatro tarihimizde bir ilk. Geyikler Lanetler, yurt dışında da birçok kez sahneleniyor. 2014’te üç kitap, Mezopotamya Üçlemesi adıyla bir araya getiriliyor.
Törelerin Ağırlığı
Her üç oyunda da törelerin ağırlığı hissediliyor. Bölgede “töre” denilen ve üstün tutulan yargı sistemi aynı zamanda insanların yaşadığı sorunların kaynağını da oluşturuyor. Kimsenin buna karşı çıkmaya gücü yetmiyor. Mezopotamya’da törelerin bu denli güçlü olmasının sebebi, köklü ve güçlü yargı sistemlerinin bir dönemler bu coğrafyada çok etkili olmasına bağlanabilir. Bu sistem, içinde bulunduğumuz zamandan bakıldığında kimi zaman farklı gelse ve eleştirilse de, çağlar boyunca üzerinde uzun uzun düşünülmüş zamanla oluşmuş sağlam bir sistem.
Diğer Tiyatro Eserleri

Bir Garip Orhan Veli (1993): Murathan Mungan’ın ilk kitabı ve ilk oyunu olan 1980’de yayımlanan Mahmud ile Yezida olmasına rağmen; sahnelenen ilk oyunu Orhan Veli’nin şiirlerinden kurgulayarak oyunlaştırdığı Bir Garip Orhan Veli. İlk kez 1981’de sahnelendi, yirmi küsur yıl boyunca Müşfik Kenter tarafından oynandı ve 1993’te kitap olarak basıldı. Bir Garip Orhan Veli oyununu Müşfik Kenter’den sonra Reha Özcan oyunculuğuyla müzikal olarak sahnelenmiştir. Diğer basılı tiyatro oyunları Kağıt Taş Kumaş (2007), Mutfak (2013) adlı oyunlarıdır.
Hikâye ve Roman Eserleri
Öykücülük Anlayışı
“Bir yazın türü olarak hikâyenin içinden geçtiği bütün evrelerden nasiplenmeye çalışıyorum“… “Öykücülüğümde önemli bulduğum, Doğunun öykücülüğüyle… Batı öykücülüğünü kendi yazarlığım içinde bir üsluba dönüştürmek. Yani hem Doğunun tahkiye geleneğini, hatta şiirsel söylemini, hem de Batının, gücünü anların parçalanmışlığından, dramatik çakımlarından alan tekniğini aynı tezgâhta kullanmaya çalışıyorum” diyen bir yazar Murathan Mungan. Öyküleri birbiriyle tematik bütünlük oluşturuyor ve çoğu uzun olan öykülerinde bireyin iç dünyasına öncelik veriyor. Öyküleri İstanbul’a, kadınlara ve erkeklere, masal insanlarına dair, ama “her şeyi ilkin bir dil dünyası olarak” görüyor.
Bazı Öykü Kitapları
Son İstanbul (1985): İlk hikaye kitabı. İki uzun öyküden oluşuyor. İlk öykü kadınların, ikinci öykü erkeklerin iç dünyasını anlatıyor. Geleneksel toplumdan modern topluma geçişte kültürel değişmenin olumsuzlukları üzerine yoğunlaşıyor. Dışlanma, yabancılaşma ve yalnızlaşma üzerine yaşanan sıkıntılar aktarılıyor.
Kırk Oda (1987) adlı öykü kitabı serisinde masal kahramanlarını farklı hikâyelerin kurguları içine yerleştirerek bilinen masalları değiştirmiş. Kırk Oda serisi, kendi içinde 40 masaldan oluşacak diyebiliriz. Doğu dünyasının masallarından uzaklaşarak Batı dünyasının masallarına yaklaşmış. Masalları güncelleyerek anlatmış. Kitaptaki masallar, Murathan Mungan’ın kendi yaşamına yaptığı göndermelerle masal kahramanlarının karşılaşmaları aslında. Aynı durum Üç Aynalı Kırk Oda kitabında, özellikle “Gece Elbisesi” öyküsü için de geçerli. Üç Aynalı Kırk Oda kitabı ise Murathan Mungan’ın deyişiyle, Alice Harikalar Diyarında masalının çeşitlemelerinden oluşuyor.
Kırkıncı Oda motifi: Kahramanın başından geçecek zorlu maceranın başlangıcı anlamına geliyor. Kırkıncı oda, masallarda kahramanın yaşamında değişim yaratacak bir bilgiye ulaşması anlamını da taşıyor.
Yedi Kapılı Kırk Oda (2007) eserinde, “Dede Korkut Hikâyeleri“nin ‘Duha Koca Oğlu Deli Dumrul‘ adlı hikâyesini ‘Dumrul ile Azrail’ adıyla yeniden yazmış. Bu şekilde metinlerarasılığı kullanarak Dumrul ile Azrail’i karşı karşıya getiriyor ve alt metni değiştirip yeni anlamlarla bütünleyerek, varlık sorunsalı, kimlik ve kişilik üzerinde okuru düşündürüyor.
Bu seri, Dokuz Anahtarlı Kırk Oda (2017) ile sürüyor. Serinin beşinci ve son kitabının Sonuncu Oda olmasını tasarlıyor. Bu Kırk Oda serisi için, “Benim Binbir Gece Masallarım” gibi bir külliyat olacak, diyor. Serinin toplamında tasarladığı → farklı tarzlar, farklı arketipler üzerine derinleştirdiği 40 adet hikaye olması.
Yazı Bütünlüğü
Murathan Mungan’ın yazısı yekpare bir bütünlük içeriyor. Murathan Mungan bunun için şöyle diyor “Devamlılık esastır. Yani yazar kendi serüvenini yazı serüveninin sürekliliği üstüne koyar” … Üç Aynalı Kırk Oda, Dokuz Anahtarlı Kırk Oda, Geyikler Lanetler ve konu olarak çok ilgili olmasa da Hamamname kitapları birlikte okunduğunda, Mungan’ın yazı masasının arkası, anlatımının temelleri, kültürel birikimi, çalışması, emeği, bu emeğin dönüşümü ve tüm bu emeğin arkasında kuramsal bir derdi olduğu daha görünür hale geliyor.
Diğer Öykü Kitapları
Lal Masallar (1989): Bu kitabın her öyküsünde dilsiz bir kahraman var. Bu kitabı yazdıran koşullarla ilgili Harita Metod Defteri‘nde; çocukken çok farklı dillerin konuşulduğu bir ortamda büyüdüğünü, hatta 3-4 yaşlarına kadar kendine ait bir dil oluşturarak akıcı şekilde konuştuğunu anlatıyor. Yine aynı bölümde, yurt dışında bazı durumlarda Almanca veya İngilizce cevap verebilecekken kendini adeta kilitleyip bir şey söylemediğinden bahsediyor. İşte “Lal Masallar kitabını yazdıran yıllardır içimde barınan o dilsizdi” diyor.
Kadından Kentler (2008): Dünyada kentler de kadınların konumu da hızlı değişim gösteriyor. Değişirken yaşanan dirençler ve değişim maceralarının anlatıldığı bir kitap. Buradaki kadınlar farklı kültürlerden, farklı sosyal sınıflardan ama hep açmazda olan kadınlar.
Bazı Romanları
Yüksek Topuklar (2002): Biraz kara mizah diliyle yazılmış bir roman.
Şairin Romanı (2011): Başka bir gezegende geçen fantastik bir roman. Bütün kahramanları şair. Eserlerini yazmak için çok fazla araştırıyor, başka okumalar yapıyor. Şairin Romanı’nı yazmak için de çok farklı kaynaklar okumuş. Örneğin romanda geçen tatlı ve tuzlu su sallarındaki kütükleri birbirine bağlayan lifler için National Geographic’den edindiği bilgileri kullanmış. Mungan, bu kitapta bir anlamda tabiata saygısını da ortaya koyuyor.
Bu romanla ilgili şöyle bir anısı var: “İzmit taraflarında çiftliği olan ve bitkilere düşkün bir okuru yayınevine bir mektup yazmış. Şairin Romanı’nda bir sürü bitki var ama mavi kamass çiçeği dikkatimi çekti. Bu bir Kızılderili bitkisidir. Murathan Mungan iyi çalışmıştır tabii ama bu bitki pişirilirken su katılmaz diye düşündüm, üşenmeyip Amerika’da Kızılderililerle ilgili bir kültür kurumuna yazıp sordum böyle mi pişiyor diye. Onlar da evet, pişerken su katılır dediler.” Murathan Mungan bu anı için, “Asıl edebiyat ödülleri bunlarmış gibi geliyor” diyor.
Çador (2004): Görme Biçimleri üzerine bir kitap.
Şiir Eserleri
Şiir Anlayışı
Mungan’ın şiiri genel olarak, çağrışımlarla yüklü anlatımcı bir şiir, anlatmaya dayalı bir şiir. Mungan’ın şiirinde yalnızlık ve yabancılık izleği yoğun ve sürekli; aslında “yalnızlık”, pek çok kitabının teması.
Önemli Şiir Kitapları
Osmanlı’ya Dair Hikayat (1981): İlk şiir kitabının adı. Divan şiirinden ve Osmanlı kültüründen sesler, yankılar ile bilgi ve gelenek taşıyan bir kitap. 1978 yılında, 23 yaşında, yazmayı tamamlıyor; kitabıyla 1980’de Akademi Kitabevi Şiir Ödülü‘nü alıyor. Kitap 1981’de basılıyor. Dönemin akımı olan toplumcu şiirden etkilenmeden, kendi kurduğu poetika ile kendi okuma pratiği ile yazıyor. Bu kitapla ilk defa Osmanlıya ve Osmanlı tarihinin tamamına ilişkin poetik bir bakış tarzı getiriyor. Sennur Sezer, kitabın içerdiği yeniliği şöyle değerlendiriyor: “Şiirimizin geçirdiği tüm değişimlerden etki payını almış bir şiir Mungan’ın şiiri. Nazım Hikmet’ten Ece Ayhan’a söyleyiş özelliklerini kendince birleştirmiş.”
Kum Saati (1984): İlk şiir kitabında tarihin analiz ediliş biçimi görülürken, ikinci şiir kitabı olan Kum Saati’nde toplumun analiz ediliş biçimi seziliyor. Kum Saati, halk şiiri formunda yazılmış bir şiirle açılıyor ve kapanıyor. Gelenek modern içinde yeniden üretiliyor. Bu durum, yani geleneğin modern içinde üretimi, ilk oyunlarında, ilk hikayelerinde de mevcut.
Sahtiyan (1985): Murathan Mungan’ın çıkışı, geçmişe ait kültürel motifleri dile getiren “Sahtiyan” şiiri ile oluyor. “Sahtiyan” şiiri, Sahtiyan kitabındaki ilk şiir. 13 parçadan oluşan bu şiir, Gösteri Dergisi’nin şiir ödülünü 1981 yılında alıyor ve Kitap 1985’te basılmasına rağmen, “Sahtiyan” şiiri, 1981’de çıkıyor. Seçici kurul üyeleri ise Kemal Özer, Oktay Akbal, Melih Cevdet Anday, Doğan Hızlan, Edip Cansever, Fahir İz, Hilmi Yavuz.
Yücel Kayıran şöyle diyor: “Murathan Mungan, çıkışını bir şiirle yapmış bir şairdir. Modern Türk şiirinde çıkışını tek şiirle yapan öbür şair, Sezai Karakoç’tu… 1952’de Mona Rosa şiiri ile“.
Yaz Geçer (1992): Murathan Mungan’ın popüler olmasında önemli bir rol oynayan şiir kitabı. “Ben sende bütün aşklarımı temize çektim“
Deneme Eserleri
Meskalin 60 Draje (2000): Kültür-sanat sorunları ve gündelik hayata dair yazılmış yazılardan oluşuyor. Yazar, bu kitabının “kafa açıcı” olmasını arzulamış ve yazılarını eğlenceli olsun diye bu isim altında topladığını belirtiyor.
Soğuk Büfe (2001) hayata dair her şeyi içeriyor.
Bir Kutu Daha (2004): Mungan’ın denemelerine bir kitap daha ilave ediyor.
Kullanılmış Biletler (2007): sinema tutkunu bir yazarın sinemasever okurlara yönelik yazdığı yazıları içeriyor.
Hayat Atölyesi (2009), 2002 yılında bir gazetedeki köşe yazılarının adını taşıyor.
Seçkiler ve Antolojiler
SEÇKİLER: Her seçkisi okura yol gösteriyor, bir el feneri tutuyor. Okur buradan hareketle başka yollar keşfediyor. Diyor ki “İyi okurları iyi yazarlara yönlendirirsem, okur daha zenginleşmiş olarak bana geri dönecek.”
“Yalnızca yaratmanın, üretmenin sorunları değil, aynı zamanda okumanın, …, anlamanın, kavramanın, değerlendirmenin yolu yordamı, benim zihnimi meşgul ettiği kadar okurun da aklını kurcalasın istedim. Ben yazarlık yaşamım boyunca okuruma hep sıra arkadaşı muamelesi yaptım. Benim gördüğüm filmi o da izlesin, benim okuduğum kitabı o da okusun, benim üzerine kafa yorduğum konuları o da düşünsün, hafta sonlarımız birbirine benzesin istedim.”
Murathan Mungan
Büyümenin Türkçe Tarihi (2007): Liselerde, üniversitelerde temel eğitim derslerinde okutulan bir kitap. Bu seçki eserler, okurun kendine yön verebildiği gençlerin karşılaşması, okuması gereken kitaplar.
Murathan Mungan’ın bu yol gösterici, yardım eden tutumu çocukluğundan gelen bir özelliğiymiş. İyi bir eser, film, kitap, müzik ile karşılaştığında başkası da öğrensin, yararlansın istermiş. İlk antoloji fikri Otelde Bulunmuş Kitap. Ama basılmak için çok beklemiş. İlk basılan antoloji ise Ressamın Sözleşmesi (2005) olmuş.
Gelecek Projeleri
PROJELERİ: Bazı bölümlerini yazdığı iki büyük roman projesi var. Bunlardan biri katmanları olan bir roman. Ayrıca 9 öyküden oluşacak bir öykü kitabı da hazırlıyor. Hatırla Sinemaları yakında çıkacak olan çok büyük emekle hazırladığı seçkisi.
Günlük tutma alışkanlığını devam ettiriyor. Ağzına kadar dolu 2 sandık dolusu günlük yazmış. Ama ancak vefatından 70 sene sonra açılması şartını koşmuş. Hafızası çok güçlü olmasına rağmen, atlanabilecek şeyler olduğunu ve mutlaka günlük tutulması gerektiğini söylüyor.
Okur Anlayışı
Kendi okuru için şunları söylüyor → “Hiçbir zaman zekâsını kendimden daha aşağı gördüğüm okura yazmayı tercih etmedim. Benim hedeflediğim bir okurum var; birebir tarife gelmez belirsiz bir siluet ama ben onun zekâsına, sağduyusuna, içgörüsüne, edebiyat görgüsüne güvenerek ve saygı duyarak yazıyorum. Kimiyle hemen buluşuruz, kimiyle yıllar sonra, kimiyle hiçbir zaman…”
Son
Murathan Mungan’ın “Çiçek” isimli bir anlatısı var. Orada anlatıcı, çocukken kırda, bir eşi daha olmayan, büyüleyici bir çiçek buluyor. Bunu diğerlerine de göstermek için koşarak yanlarına gidiyor. İnsanların yanına vardığında çiçekten pek bir şey kalmamış oluyor; rüzgardan ve koşmasından dolayı çiçeğin taç yaprakları dökülmüş. Çok üzülüyor, anne babasıyla gidip o çiçekten başka var mı diye arıyorlar ama yok. ….. Sonra şöyle yazıyor: “O çiçeğin varlığından hiçbir zaman şüpheye düşmedim. Sanki bilinmez güçlerin …[adeta] güzeli aramanın laneti olarak yayılacak küçük bir şakasıydı.
Yazarken hep o çiçeği bulduğumu düşünürüm. Bu sefer bulduğumu. Oysa kitap bittiğinde başkalarına götürüldüğünde, ansızın hayretle farkederim ki, büyü bitmiş, taç yaprakları dökülmüş, sapı kalmıştır geriye. Başkalarının elinde gördüğüm kitap, benim gördüğüm değildir.
Yeniden yazmaya, o çiçeğe dönerim.“
Biz de okurları olarak, varlığından hiç şüphe duymadığı çiçeği arayan çocuğun yazdıklarını takip etmeye devam edeceğiz… Daha nice kitaplara Murathan Mungan…
KAYNAKLAR
- Adalet Çavdar (2017). Mezopotamya’nın Geniş Zaman Masalları, Notos, 63, 48-50.
- Ahmet Duran Aslan (2019). Öteki, İktidar ve Erkeklik Ekseninde Murathan Mungan’ın “Binali ile Temir” ve “Dumrul ile Azrail” Öyküleri, Folklor/Edebiyat, 25(100), 985-995.
- Başak Polat Karsavuran (2023). Murathan Mungan’ın Mezopotamya Üçlemesinde Şamanik Göstergeler, Bahçeşehir Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü Sahne Sanatları ABD, Yayımlanmamış YL Tezi, İstanbul.
- Cansu Çamlıbel (2023). Murathan Mungan, T24, 10 Ekim, E.T. Haziran 2025.
- Derya Bengi (2025). Ayrı Dünyaların Kelimeleri, Kitap-lık, 32(238), 35-40.
- Hale Torun (2011). Murathan Mungan’ın Geyikler Lanetler Oyununda “Cudana” Karakteri Bağlamında Geyik Kültü ve Kadın, 4. Uluslararası Bir Bilim Kategorisi Olarak Kadın: Edebiyat, Dil, Kültür, Sanat, Peyzaj ve Tasarım Çalışmalarında Kadın Sempozyumu 4-5-6 Mayıs, İnönü Üniversitesi Güzel Sanatlar ve Tasarım Fakültesi, Malatya.
- Hülya Çevirme (2022). Murathan Mungan: Bir Kültürel Okuma Denemesi, Kriter Yayınevi, 1. baskı, İstanbul.
- Necati Mert (2005), Modern Öykünün Serüveni, Hece 4(46/47).
- Medine Sivri – Selin Özkan (2013). Karşılaştırmalı Edebiyatta Metinlerarasılığın Yeri ve Murathan Mungan’ın ‘Dumrul ile Azrail’ Hikayesine Metinlerarası Bir Yaklaşım, Folklor/Edebiyat, 19(74), 131-144.
- M. Mustafa Temur (1984). Taziye ve Bazı Gerçekler, Türk Edebiyatı, 126, 74-75.
- Murathan Mungan (2023). Murathan Mungan Son Kitabı 995 Km’yi Ruşen Çakır’a Anlatıyor, Mod: Ruşen Çakır, Medyascope, 20 Aralık, E.T.: Mayıs 2025.
- Murathan Mungan (2015). Röportaj, Agency Media, 14 Aralık, E.T.: Mayıs 2025.
- Murathan Mungan (2016). Edebiyatta Görme Biçimleri: Murathan Mungan’la Söyleşi, Günün ve Güncelin Edebiyatı, Hz: Seval Şahin, Apaçık Radyo, 22 Eylül, E.T.: Mayıs 2025.
- Murathan Mungan (2016). Yazarlar Buluşuyor-Söyleşi, Metis Yayınları, 27 Mayıs, E.T.: Mayıs 2025.
- Murathan Mungan (2020). Batu Yakası, Mod: Pelin Batu, Biz10TV, 5 Şubat, E.T.: Mayıs 2025.
- Murathan Mungan (2022). Hamamname Etrafında, Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi, 12 Şubat, E.T. Haziran 2025.
- Murathan Mungan (2024). Zeytin Dalı, Mod: Müge İplikçi, Medyascope, 21 Nisan, E.T.: Mayıs 2025.
- Murathan Mungan (2025). Paylaştıkça Çoğalmaya Çok İnanırım, Hz: Sevengül Sönmez, Kitap-lık, 32(238), 5-30.
- Murathan Mungan (2025). 50 Yıl 70 Yaş, Notos, 103, 38-69.
- Nida Nevra Savcıoğlu (2008). Murathan Mungan: Söyleşi, Notos, 9, 47-54.
- Notos (2017). Murathan Mungan ve Tiyatro, 63, 51-52.
- Notos (2025). Murathan Mungan: 50 Yıl 70 Yaş, 103, 36-69.
- Nurullah Ulutaş, Şener Şükrü Yiğitler (2020). Murathan Mungan’ın Mezopotamya Üçlemesi’nde (Mahmud ile Yezida, Taziye ve Geyikler Lanetler), Ed: Ümral Deveci – Ahmet Akgöl, Edebiyatta Jest ve Mimik, Yeni Edebiyat Yazıları, Kitabevi Yayınları, 1. Baskı, İstanbul.
- Osman Okkan (2015). Murathan Mungan, İnsan Manzaraları, Ecce Müzik, 18 Mart. E.T.: Mayıs 2025.
- Ümit Yıldırım (2017). Murathan Mungan’ın “Solak Defterler”inde Ses İzleği, Varlık, 84(1313), 54-57.
- Selma Baş (2020). Türk Edebiyatında Denemenin Tarihsel Serüveni, Hece, 24(282/283/284), 73-144.
- Seval Şahin (2004). Cengiz Aytmatov’un Beyaz Gemi Romanıyla Murathan Mungan’ın Kasım ile Nasır Hikayesinde Geyik Motifinin Kullanımı, A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, 23, 105-114.
- Seyit Battal Uğurlu (2007). Bellek, Tarih ve Kültür: Murathan Mungan’da Mardin İmgesi, İnsan Bilimleri, 4(2), 1-23.
- Şaban Sağlık (2001). Şiirin Kapsam Alanındaki Kardeş Sanat: Öykü, Hece, 5(53/54/55).
- Pınar Şenel (1999). Bilgiyi ve Gerçeği Arıyoruz Hala, Tiyatro…Tiyatro, 92, 23-24.
- Yasin Karaman (2024). Murathan Mungan’ın Geyikler Lanetler Adlı Tiyatro Eserinin Arketipsel Sembolizm Açısından Yorumu, Söylem, 9(2), 854-884.
- Yılmaz Evat (2022). Kırk Oda’da Ritmik Unsurlar, Akademik Dil ve Edebiyat Dergisi, 6(4), 1885-1916.
- Yücel Kayıran (2025). Murathan Mungan’ın Çıkışı, Kitap-lık, 32(238), 41-51.
- Zuhal Bekler (2008). Murathan Mungan Röportajı: Amok Koşucusu, Time Out, 3 Nisan, E.T.: Haziran 2025
- https://birikimdergisi.com/kisiler/murathan-mungan/6060 E.T.: Haziran 2025.