“Hayat bir kere yaşandığı için yargılanamaz.”
Milan Kundera
Yargılamasa bile İnsan, varolduğundan bu yana kendini tanımaya çalışıyor. Yine de tam anlamıyla kendini keşfedebilmiş değil ve bunun huzursuzluğu içinde oluyoruz kimi zaman.
Kitapta: İnsan doğası, varoluşçu psikiyatrinin bakış açısıyla derinlemesine ele alınır.
Kitabın amacı insanın kendisindeki ve çevresindeki bilinmeyenlerin sayısını azaltması; doğasında var olan duyguları fark etmesi ve davranışlarını anlamlandırması.
Nedenden daha çok, nasıla odaklanmış.
Geçtan kitaplarını yazma nedenleri için şöyle diyor: “İlk iki mesleki kitabımın dışında yazdıklarımın nedenleri yok. Yani nedenleri varsa da ben bilmiyorum. İlk iki kitap o konularda Türkçede boşluk olduğu için yazılmıştı. Diğerleri kendimin de beklemediği zamanlarda içimden geldiği gibi yazılıverdiler. Zaten proje insanı değilim. Modern fizikle tanıştıktan sonra neden-sonuç düşünce tarzından daha da uzaklaştım.”
Bizler için de yazın deyip İnsan Olmak kitabının yazılmasına vesile olan orta-üstü yaşta olan bey, emekli imiş ve Kocamustafapaşa’da oturuyormuş. Engin Geçtan sonradan onun ismini almadığına üzülüyor. Aradan zaman geçtikten sonra, o Kaş’ta tatildeyden kitap başlıkları bir anda aklına geliyor ve Ankara’da bir çırpıda yazıyor. Timuçin Oral, kitabın bu yazım şekline sanat eseri gibi, bir anda doğmuş, yazılmış yorumunu yapıyor.
(İnsan olmak kitabını yazdığı yıllarda bir öğretim üyesinin akademik kalıplar dışında yazması alışıldık değilmiş. 1981 yazında Kaş’ta, bir akşam bahçede ani bir dürtüyle oturduğu yerden kalkarak yaptığı yürüyüşten dönüşte, İnsan Olmak kitabının başlıkları belirlenmiş: “Vahiy inmesi böyle bir şey olmalı. Çünkü yürüyüşe başladığımda aklımda hiç olmayan bir şeydi. Ertesi sabah kahvaltıda o başlıkları kağıda döktüm. Kitap daha sonra Ankara’da bir çırpıda yazıldı” diyor Geçtan.)
Geçtan, “Ben kimim?” sorusuna doyurucu bir cevabın, “Biz kimiz?” sorusunun cevabına ulaşmadan verilebileceğini düşünmüyorum.” diyor. Kitapta “birey psikolojisi” üzerine yoğunlaşıyor. Bunu yaparken de ırk, cinsiyet, sınıf vb. hiçbir fark gözetmeden tüm insanlarda -düzeyleri farklı olmakla birlikte- ortak olan “yalnızlık”, “korku”, “öfke”, “değersizlik” ve “kaygı” gibi duyguları merkeze alıyor. Okurun/bireyin sadece kendine has olduğunu düşündüğü bazı problemleri, diğer insanların da bir şekilde yaşadığını görmesiyle ilkin rahatlama, sonrasında kabullenme ve yüzleşme evrelerini yaşamasına da vesile oluyor. Geçtan, bu “ortaklık”ı ruhî arınmanın ve kişisel iyileşmenin araçlarından biri olarak görüyor.
Örneğin çağdaş toplumlardaki insan ilişkilerini; yalnızlaşmayı, yabancılaşmayı, soğumayı, pragmatikleşmeyi ve menfaatçiliği soğuk bir günde karşılaşan bir grup kirpinin hikâyesine benzeterek anlatıyor: “Kirpiler ileri geri hareket ederek sonunda dikenlerini batırmadan birbirlerini ısıtabilecekleri en uygun uzaklığı bulurlar.”
İnsan da kirpiler gibi, iletişimde olduğu kişilerin düşüncelerini anlayabilir, davranışlarını anlamlandırabilirse, kendi dikenlerini başkalarından, başkalarının dikenlerini de kendinden korumak için uygun mesafeyi alabilir aslında. İnsan Olmak kitabı da insanın anlam arayışına ve çevresine karşı doğru konum alma çabasına rehber niteliğinde bir kitap. Kitapta ön plana çıkan 2 önemli mesaj var:
- “İnsanların Onayını Almaktan Vazgeçin!” ve
- “Varoluş Sorumluluğunuzu Üstlenin!”
1.İnsan, kendini etrafına kabul ettirmek, onlar tarafından beğenilmek istiyor. Toplumsal onayı/kabulü zedeleyecek herhangi bir şey yapmayı istemediği için bu kaygı onu tutsak ediyor. Geçtan’a göre insan ne zaman ki başkalarının onayını almaktan, başkaları için yaşamaktan vazgeçip kendine döner, o zaman özgürleşir, arınır, olgunlaşır.
2. İnsanın kendi sorumluluğunu üstlenmesi, başkasının sorumluluğunu üstlenmekten çok daha zor. Zor zamanların suçlusu olarak ebeveyni görmek, varoluş sorumluluğundan kaçmak demek. Geçmişi tekrar yaşamak mümkün değil. Önemli olan istemeden aldığımız bu olumsuzluklarla yüzleşebilmek, kendi yolunda yürüyebilmek. Aksi durumda insan kendi olamamanın suçluluğunu hisseder, yani varoluş suçluluğu duyar ve varoluşun suçluluğunu duymak yerine, varoluşun sorumluluğunu üstlenmek gerekir diyor Geçtan.
Kitapta başka önemli noktalardan biri, bazen birbiriyle karıştırılan:
- değersizlik ile eksiklik duygusu
- kaygı ile korku duygusu
Rastgele Ben kitabında bu karıştırılan durumlara başka açıdan bakmış: “Çaresizlik ve eziklik birbirinden farklı duygular. Düşman bir dünyada kendini çaresiz hissetmek zorlayıcı bir durum. Eziklikse insanın kendinden kaynaklanır. Kendine karşı ezik değilsen, kendini çaresiz hissettiğin durumlarda bile, seni ezemiyorlar.” Rastgele Ben
Ona Sorulan Sorular
- Çıkan olaylar, korku ve tedirginlikle ilgili bir soru soruluyor. Geçtan’ın cevabı: “Hayat devam etmeli! Çünkü herhangi bir olumsuz olayın sizi nerede bulacağı tamamen bir rastlantı. Ama hayat alanımızı daraltırsak, kaybederiz” oluyor.
- “Aşk ne zaman gelir? Çağırınca gelir mi?” Gülümseyerek cevap vermiş: “Çağırırsan ya kimse gelmez ya da yanlış kişi gelir!”
Bir danışanının anısı: Dr. Mustafa Merter, kendisi psikiyatr olmadan önce, tedavi olmak için birçok uzmana gitmiş, ona elektrik tedavisi uygulamak isteyen de olmuş. En sonunda Engin Geçtan’la tanışmış. Dr. Merter diyor ki “Türkiye’nin o zamanlar en önemli psikiyatrlarından biri ve vazifesini âdeta ibadet eder gibi yapan bir psikiyatrdı. Onunla karşılaştığımda ilk defa bir insanın karşısına oturduğum zaman, ciddiye alındığımı hissettim. Şimdi bakmaktan bakmaya fark var. Biri bakar size, ama aklı başka yerdedir ve sizinle ilgilenmez. Biri de vardır ki size öyle bir bakar ve bütün olarak kabul edilirsiniz, ciddiye alınırsınız. Engin Bey’le karşılaştığımda kendime “Doğru yerdeyim, bu adam beni ciddiye alıyor.” dedim. Onun düzenlemiş olduğu terapilere başladım.”
HAYATI (1932-2018)
Büyükbabası Türkiye’nin ilk deniz uçağı subaylarından (Onun ifadesiyle deniz tayyaresi zabitlerinden). Dedesi gibi uçağa binmek, hatta uçak kullanmak, çocukluk düşü. Uzun süre uçak simülasyonu üzerinden de uçak kullanmayı deneyimlemiş, bu alışkanlığından zor vazgeçmiş. Ailesi ile ilgili diyor ki, “Orta sınıf bir aileden geliyorum, ama annem ve babam dünyaya açık insanlardı ve evimizde zaman zaman dünyanın şurasından ya da burasından gelmiş birileri olabiliyordu.” Ve ailesi seçimleri konusunda da ona güvenip serbest bırakmış.
Bir röportajında, Geçtan’ın sezgisinin güçlü oluşu ile alakalı yorum yapıldığında diyor ki: “Belki de adıma göre programlanmış olmamdan. Bazılarımızın isimlerimiz tarafından programlandığına inanıyorum. Başkalarının, beni tanımlarken, sınır tanımayan, daha doğrusu ufku sınırsız gibi şeyler söyledikleri olmuştur zaman zaman… Bence ismin birçok insanın hayatında etkisi oluyor…. Geçtan soyadı ise, soyadı yasasıyla karambole gelmiş bir soyadı. Tan’da takılmışlar annemle babam, onu biliyorum. Önüne alınacak her şey daha önce alındığı için geç kalmışlar yani… Geçtan”
Doktorluk seçimini de şöyle anlatıyor: “Benim zamanımda saygınlık atfedilen mesleklerin sayısı zaten azdı ve durum şimdiki gibi kafa karıştırıcı değildi. Üniversite öncesinde hiçbir mesleği düşlememiştim. Bir seçim yapmam gerekiyordu yine de, mimarlığı düşündüm. O zamanlar üniversitelere kabulde ölçü, lisedeki performansınızdı, üstelik fen bölümünden mezun olmuştum, önüm tüm seçeneklere açıktı. İstanbul Teknik Üniversitesi’ne kaydımı yaptırdığım bina bana kasvetli geldi ya da her neyse, çünkü bugün de bunu anlayabilmiş değilim, ertesi günü kendimi İstanbul Tıp Fakültesi kayıt kuyruğunda buldum. Bir iki gün bocalamadan sonra bir akşamüzeri Karaköy’den Kadıköy’e giden bir vapurun açık kısmında kararımı tıp yönünde veriverdim, nedense. Mimarlık hâlâ beni ilgilendirir, ama o dönem Türkiye’sinde mimar olmadığıma memnunum. Tıbba gelince, bende heyecan uyandırmadı. New York’tayken kolayı seçme adına psikiyatriyi seçiverdim ve kendimi bir heyulanın içinde buldum. Başı sonu belli olmayan bir alandı, özellikle o yıllarda iyice salkım saçaktı, Amerikan psikiyatrisinin İstanbul’da bize öğretilen psikiyatriyle alakası yoktu. Ama tanıştığım bu psikiyatri ve ben, kısa sürede birbirimize ısındık, böylece dönüşü olmayan bir serüven başladı.”
Geçtan, deneyimini ve birikimini geniş okur kitleleri ile paylaşmaya önem vermiş. Sadece esas meslek alanı olan psikiyatri-psikolojinin sınırları içinde kalmamış; bu bilim dalını merkez alarak, Türk insanının röntgenini çekmeye çalışmış. Gözlemlerini “Hayat-İnsan-Toplum” üzerine kurmuş. Geçtan, -kendi ifadesiyle- “öğrendiklerini başkalarıyla paylaşma konusunda cömert” bir aydın. Ona göre, “Okunarak öğrenilecek ve yaşanarak öğrenilecek şeyler var; önemli olan bu ikisinin bileşimini oluşturabilmek.”
Beğendiği kitap olarak, Italo Calvino’nun bir üçlemesini söylüyor, ama onlara neden o kadar ilgi duyduğunu bilmiyor… Klasiklerle arası ise pek iyi olmamış, Dostoyevski de dahil.
Yazarlığı ile ilgili şöyle diyor: “Evde kitap vardı, annem geç dönem Osmanlı ve Cumhuriyetin ilk dönemi yazarlarına meraklıydı, çocukken etrafımda kitap konuşulduğu da olurdu. Son yıllarda bana yazı yazmamla ilgili çok soru sorulmuş olması, unutulmuş ve çok da net olmayan bir çocukluk anımı canlandırdı. Hani çocuklara sıkıcı sorular sorarlar ya “ne olacaksın büyüyünce?” gibi, birine “yazar olacağım,” dediğimi ve annemin bana onaylayan gözlerle baktığını hatırlar gibiyim.”
Psikiyatri üzerine yazdığı kitaplarda işlediği konular genel anlamda varoluşçu psikiyatri ve psikanalitik düşünce üzerine. Romanlarında ise, Varoluşçuluk felsefesinin yansımaları görülüyor. 7 adet romanı var. Roman yazmayı bir röportajında “oyun” olarak nitelendiriyor:
“Yıllar içinde siz ve mesleğiniz “tek” oluyorsunuz. O nedenle kendimi bazen bir iş yapmıyormuşum gibi hissettiğim zamanlar olur. Psikiyatri artık benim bir parçam, romanlarıma kaçınılmaz olarak yansıyorsa eğer, benim bilinçli olarak yaptığım bir şey değil bu. Bildiğim şey, roman yazarken çok eğlendiğim, iyi vakit geçirdiğim.”
Geçtan, yazma amacını, “İnsan dünyasını merkez alan bir alanda çalışmış olmamın ve birey olarak yaşadıklarımın ve yaşayamadıklarımın birikimlerini paylaşmak istedim” şeklinde açıklıyor.
Türk Toplumu ile İlgili Düşünceleri:
- “Ortak bir tarih konusunda mutabık kalamayan toplumlar huzur bulamazlar!” İnsan Olmak Kimlik bocalaması sorunu = (Röportaj) “Biz Ortadoğu ülkesi değiliz. Bunu rahatlıkla söyleyebilirim çünkü Suudi Arabistan’ından Yemen’ine kadar hepsini dolaştım. Bize giydirmeye çalışsalar da, o yanlış elbise, durmaz üzerimizde…”… (Bizim tarihimiz?) “Orhun yazıtlarından başlıyor, Balkanlar’a kadar gidiyor. Avrupa’yla melezleşmiş, Asyalı bir toplum, artı Anadolu. Bu tarihte neler var? Türk boyları, Türk devletleri var, Türk Moğol devletleri var. Ondan sonra Selçuklular var, artı Anadolu’da yaşamış olan bütün medeniyetler bizim tarihimize ait aynı zamanda. Sonra Osmanlı geliyor. Osmanlı, Doğu Roma ya da Yeni Roma. Biz hâlâ Yeni Roma’yız. Böyle başka bir ülke yok dünyada. Bu topraklarda, kimselerininkine benzemeyen bir demografik yapı ve geçmiş var. Ama bu aynı zamanda hakiki bir kimlik boşluğu…”… “Hadi gel de bütün bu farklılıkları bir arada tut ve bir bütün yarat!”…
- “Biz, tarih duygusundan yoksun, dünyayla ilişkimizde yüzeysel bir toplumuz. Nereden gelip nereye gitmekte olduğumuzu umursamadan serseri mayın misali yaşamaya alışmışız. “Bu toplumun belleği yok!” diye kendimizi eleştiriyoruz, ama nedenini anlamaya çalışmıyoruz… Carl Gustav Jung’un çağdaş düşünceye yaptığı en önemli katkılardan biri ‘kolektif bilinçdışı’ ve ‘arketip’ kavramları. Jung’a göre, insan zihni, onun evrimi tarafından biçimlendirilmiştir. Yani insan, geçmişiyle bağlantılıdır. Ama bu bağlantı, yalnızca kişisel geçmişini değil, ait olduğu toplumun geçmişini ve hatta tüm insanlık evrimini içerir…
- “Bir psikiyatrist için en kötü şey merak ve hayret duygusunun yok olmasıdır. Ben bunu kitaplarımdan birinde yazdım. Hâlâ şaşırabiliyor olmamı ülkeme borçluyum!”
- “Tehdit altında güdülenen bir toplumuz biz. Dibe vurmaya beş kala sıçrar, toparlanırız. Yoksa Merkezi Asya’dan bu topraklara yaptığımız çok devletli seyahat mümkün olmazdı. Buraya geldiğimizde kurduğumuz imparatorluk dağılmışken küllerimizden doğmamız da mümkün olmazdı. Eski Fransız devlet başkanlarından Jacques Chirac’ın bir sözü vardır: Türkiye’nin büyük devlet olmaktan başka seçeneği yoktur.”(2018 Röportajı)
Irvin Yalom
Çevresi tarafından Amerikalı meslektaşı Irvin Yalom’un Türkiye’deki karşılığı olarak nitelendiriliyor. Her ikisi de psikiyatri alanındaki birikimlerini romana dönüştürmüş ve bu varoluşçu geleneği devam ettirmişler. Yalom’un “Nietzsche Ağladığında” adlı romanı varoluşçu esintiler taşıyor. Geçtan’ın tüm romanları, örneğin “Bir Günlük Yerim Kaldı İster misiniz?” adlı romanı ise Yalom’un romanlarına oranla daha belirgin şekilde varoluşçu yapıtlar.
Yalom’la İstanbul’da “Psikiyatri Günleri” adlı bir etkinlik sırasında tanışıyorlar. Ama tanışmadan önce yazdıklarını zaten okumuş Geçtan. Kurgu tarzında yazdığı ilk kitap olan Aşkın Celladı’nın Türkçeye çevrilmesine ön ayak olmuş. Yalom için diyor ki: “Bence o, çok hoş, ender karşılaşılan duyarlıkta bir insan. Çok önemli insanlar var psikiyatride, yazdıkları mutlaka okunmalı ama kendileri tanınmasa da olur, Irvin Yalom onlardan biri değil.”
- Dünyada 2 tür insan var diyor Geçtan:
- Yaşayanlar ve
- Yaşayanları seyredip eleştirenler.
Seyretmek —> Ölümü
Katılmak —> Yaşamı simgeler. Yani kendisi olabilmek ve yaşama etkin şekilde katılmak. İnsanın kendi sorumluluğu, hayatına anlam katma sorumluluğunu içerir. Sorumluluğunu üstlenen kişi özgürdür. Özgür insan daha az korkar. Onun için sevebilir.
Şu yorum çok ilgimi çekti, kendine has ışığı olan insanlar için hiç böyle düşünmemiştim: Geçtan, Amerika’da iken Marilyn Monroe ile karşılaşıyor. “Işık saçar gibi olduğunu hatırlıyorum” diyor. “O pırıltıyı sonradan başka insanlarda da gördüm, zamanla bunun varolamamanın pırıltısı olduğunu farkederek. Aynı pırıltı, Cahide Sonku’da vardı. Sahneye çıktığı anda ondan başkasını göremezdiniz.” Rastgele Ben. (Tanpınar’ın Sahnenin Dışındakiler romanında da (ilk kadın tiyatro oyuncusu olma sinyali veren) Sabiha karakteri de benzersiz pırıltı içinde olan, ama kendini köksüz hisseden bir karakterdi).
*Alper Hasanoğlu, Engin Geçtan ölmeden 3-4 ay önce hastanedeyken onunla sohbeti sırasında, ölüm korkusuyla 86 yaşında nasıl başa çıktığını sormuş. “Hayatımızın sonunda geriye dönüp baktığımızda nasıl hissedeceğimizin sırrı nedir?” sorusuna Engin Geçtan’ın cevabı şu olmuş:
- “Hayattan alacaklı olanlar ölümden korkar! Ben de bir esnaf hesabı yaparsam mutlaka 3-5 alacağım kalmıştır bu hayattan. Ama esas olarak, yapmak istediklerimi yaptım. Bak paltomu sen tutuyorsun, bastonla yürüyorum, gitmek lazım bu hayattan.” demiş huzurla. Alper Hasanoğlu diyor ki: “Hayatının boşa geçmediğini ancak alacak verecek kalmadıysa hisseder insan. Bu, Engin Bey’in yaptığı gibi geriye çok güzel kitaplar bırakarak da olabilir. Kahvehanede okeyde hiç taş çalmayan dürüst bir insan olarak da… Nasıl bir insan olacağımıza verdiğimiz kararı, ne kadar hayata geçirdiğimizle ilgilidir her şey.” Engin Geçtan o yaşına kadar yapmak istediği, varoluşunun gerektirdiklerini, gözü arkada kalmayacak şekilde gerçekleştirmiş.
Oysa tersi bir durumu Enis Batur anlatıyor. Yaşar Kemal’in ölümüne yakın bir vakitte evlerinde yemekteyken sohbet sırasında Yaşar Kemal diyor ki, “Yazmak istediğim çok roman vardı, ama vakit bitti” Yaşar Kemal, Engin Geçtan’dan daha çok yaşadı, 91 yaşında öldü. Ama Engin Geçtan Amerika’da okumak, alanı konusunda dünyanın nabzını tutmak gibi şanslara sahip olmuş. Oysa Yaşar Kemal Adana’nın küçük bir köyünden çıkıp kendini insanlara kanıtlayana kadar çok vakit kaybetmiş.
Engin Geçtan, “Kendisine ayrılan zamanın sınırlı olduğunun ve yaşamının sona ereceğinin bilincinde olmak, insanı anlamlı yaşayıp yaşamadığı konusunda kaygılandırır.” diyor İnsan Olmak’ta.
Ancak Milan Kundera’nın da dediği gibi, “Hayat bir kere yaşandığı için yargılanamaz.”
Engin Geçtan’a göre “Önemli olan, insanın hayatının sonuna geldiği zaman, geçmişine çok fazla borçlu olup olmadığı ve hayatının, bütün saçmalıklarıyla hakkını vermiş olması.”
“Hayatı, ona katıldığınız oranda öğrenirsiniz. Okuyarak ya da gözlem yoluyla öğrenilebilecek bir şey değil hayat.” EG
“Hayat, ayrıntı olarak bakmaya şartlandırıldığımız için göz ardı ettiğimiz yerlerde aslında…. Hayat daha çok satır aralarında yaşanır” Engin Geçtan
………………………………………………………
“Yaşanan, yaşanmaktayken yaşananı açıklamaya çalışmak, yaşananı öldürür. Şu an çok mutluyum dediğinizde yaşadığınız duygu sona erer ve bilgilendirme moduna geçmiş olursunuz. Şu an çok mutluyum dediğinizde, yaşadığınız duygu sona erer ve bilgilendirme moduna geçmiş olursunuz”. Rastgele Ben
“Ben kimim?” sorusuna doyurucu bir cevabın, “Biz kimiz?” sorusunun cevabına ulaşmadan verilebileceğini düşünmüyorum. Tarih duyusundan yoksun, dolayısıyla dünyayla ilişkimizde yüzeysel bir toplumuz. Nereden gelip nereye gitmekte olduğumuzu umursamadan serseri mayın misali yaşamaya alışmışız. Bu toplumun belleği yok diye kendimizi eleştiriyor ama nedenini anlamaya çalışmıyoruz…. Kendi başınıza bulabileceğiniz cevaplar kısmi bilgilerle sınırlı kalıyor. Cevaplara ulaşabilmek, ancak ortak bir çabayla mümkün… Rastgele Ben
Bireyselleşmeden yalnız kaldık.
“Bir insan kendi içinde devrikse başkaları tarafından devrilebilir.” İnsan Olmak
“Fazla fiziksel çalışma olmaksızın, bireyin sürekli bedensel yorgunluk yaşaması, “varoluş sorumluluğundan kaçış mekanizmasıyla” ilgili” İnsan Olmak
“Şimdiki zamanın hem geleceği hem de geçmişi içerdiğini görmezden gelen toplumların bireyleri evrensel olma niteliğine ulaşamazlar.” İnsan Olmak
“Her insanın varoluşunda eksiklik duygusu vardır.” Bu eksiklik duygusu, ancak ölüm ile son bulacaktır. “Duygu dünyası yeterince gelişemediğinde, gönül fakirliği performansta giderilir.” İnsan Olmak
“Sadece çocukluk ve ölüm vardır. Aralarındaysa hiçbir şey yoktur” Georgi Gospodinov.
- “Kişisel tarihimi ülkemin tarihinden soyutlanmış bir şekilde anlayamayacağımı fark ettim. Sanırım bu ancak belirli bir yaştan sonra gelen bir şey. Son yirmi yıldır zaman zaman okuduğum, Batılılar tarafından yazılmış Osmanlı tarihlerinden vazgeçip Osmanlılar tarafından yazılmış tarihimize yöneldim son aylarda, orada bu kadar çok materyal olduğunu keşfetmek benim için şaşırtıcı ve hoş bir sürpriz oldu, bu keşifte gecikmiş de olsam. Son zamanlardaki Doğu-Batı tartışmalarıyla neyin anlatılmak istendiğini henüz anlayamadım. Bence önemli olan kendimize Batılıların gözüyle bakmaktan arınabilmek.” EG röportaj
- “Asyalı bir dil konuşuyoruz. Avrupalıların dilleri zaman ağırlıklı, bizimki değil. Öyle bir dili konuşup onlar gibi yaşamak bize neye mal oluyor, araştırılmaya değer bence.”
“Anlaşılabilme umudunu tüketen insanlar, dünyayla ilişkilerini beğenilme üzerine kurma eğiliminde oluyorlar; kurtulması güç bir tuzağa düştüklerini farkedemeden…. kendini var hissedebilmenin tek yolu da beğenilmenin sürekliliğini sağlamaya yönelik bir hayat tarzı….”…. “İnsan bir yerde varolamadığında, bir başka yerde abartılı bir biçimde belirebilen bir varlık.” Engin Geçtan’ın “Hayat” kitabında geçiyor, yine varolamama üzerine.
Engin Geçtan’ın hayatı, eserleri ve dünya görüşü ile ilgili yaptığımız araştırmalarımız, incelemelerimiz üzerine sohbetimizi aşağıdaki videodan izleyebilirsiniz:
KAYNAKLAR
Adnan Şenel (2004). Bir Aydın Portresi ve “HAYAT”, Türk Edebiyatı,363.
Ahmet Duran Arslan (2018). Kolektif Endişe: İnsan Olmak, Söylem-Filoloji Dergisi, 3(2), 311-313. https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/613149
Ayşe Arman (2016). Esas hayat alanımızı daraltırsak… Kaybederiz!, Hürriyet, 20 Mart.
Ayşenur Yıldırım (2021). Geçtan, E. (2020) İnsan Olmak. İstanbul: Metis, 183 s., Türkiye Din Eğitimi Araştırmaları Dergisi, 11, 306-308.
Mahir Kılınç – Zeynep Kapancı (2022). Dr. Mustafa Merter ile Psikiyatri Bilimi Üzerine, Diyanet Aile Dergisi, 38-41.
Saffet Kartopu (2006). Dini Yaşayışta Hayatı Sorgulama, Çukurova Üniversitesi S.B.E. Y.L. Tezi, Adana.
Zeliha Kapukaya (2018). ENGİN GEÇTAN’IN ROMANLARI ÜZERİNDE BİR ÇALIŞMA, Ed: Hülya Gür – Hasan Hüseyin Şahan, UNESAK 2018, Cilt 4, 26-28 Ekim, Balıkesir.
https://www.youtube.com/watch?v=nmMILKa2dS0 (Mayıs 2023)
https://www.armanayse.com/aslinda-hayatin-hicbir-anlami-yoktur/ (Mayıs 2023)
https://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/ayse-arman/esas-hayat-alanimizi-daraltirsak-kaybederiz-40072258 (Nisan 2023)
https://www.metiskitap.com/catalog/interview/2984 (Mayıs 2023)
“Avrupa dillerinde şahıs ön planda, Asya dillerinde zaman. Batılı zamanın lineer olmasına karşılık, Doğu’nun çoğu toplumunda zamanın döngüsel olduğunu öğrenmek bana önemli bir pencere açtı. Üstelik Batı müziğinin çizgisel, hatta bazen matematiksel olmasına karşılık Doğu’daki müziğin sarmallığı gibi örnekler de var. Bunlar yaygın bir ağ yapısının şurasından ya da burasından yakalayabildiklerim. Daha ötede bilemediğim pek çok şey olmalı. Cevapsız kalan bütün bu sorular beni rahatsız etmiyor. Çünkü insanın hazır olduğu cevaplara ulaşabildiğine inanıyorum.” Engin Geçtan-Hayat
“Bana göre, hayat bir dizi rastlantı ve bizim o rastlantılarla birlikte nasıl varolduğumuz ya da olmadığımız. Önce günaydın, sonra biraz haz, biraz acı, biraz aşk, biraz hayal kırıklığı, biraz sıcaklık, biraz yalnızlık, biraz boyun eğme, biraz başkaldırı ve ardından iyi geceler. Düş gücü ve tutkuları engellenmişler için ise hayat, çocukken oynadığımız oyunların büyüyünce izin verilmeyen oyunsuzluğu. Bence hayat, burada saydıklarımla ve saymadıklarımla, tartışılması gerekmeyecek kadar sıradan ve yalın. İnsanlık tarihi boyunca onu karmaşık bir hale getirme yönünde öyle ustalaşmışız ki bazılarımız bununla ilgili bir şeyler söyleme ihtiyacını duyuyoruz; hayatın kendisinden çok, onu çözülmesi zor bir yumağa nasıl dönüştürdüğümüzü anlatabilme umuduyla.” Engin Geçtan – Hayat
“Gerçek acının ve trajedinin bulunduğu yerde kaydı olmaz, coşku ve tutkunun bulunduğu yerde de” Engin Geçtan
“Avrupa’nın kaderi, Rusya ve Türkiye’den bağımsız düşünülemez.” Seyyar-Engin Geçtan (Batılı bir tarihçiden) 4:12:11