“Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği (1984)” kitabı, “Gülüşün ve Unutuşun Kitabı (1978)” ve “Ölümsüzlük (1990)” üçlemesinin ikinci kitabıdır. Kundera, son kitabı olan Ölümsüzlük kitabının adı için Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği isminin daha uygun olduğunu, bu ismi artık ilk kitapta kullandığı için bir nevi heba ettiğini düşünmüş.

Milan Kundera felsefe ile romanı kendine özgü biçimde birleştiren bir roman filozofu. Gençliğinde müzik öğrenimi görmekle birlikte sonraları edebiyata yöneldi. Ayrıca Prag Sinema Okulu’nda okudu ve aynı okulda ders verdi. Komünistlerin 1948’de iktidara geçişini coşkuyla karşılayan romantik ve talihsiz bir karakteri anlatan ikinci romanı Yaşam Başka Yerde ise yetkililerin suçlamalarına hedef oldu ve yasaklandı. Kundera öğretim üyeliğinden ve partiden uzaklaştırıldı.  Ardından bütün yapıtlarına yasak getirildi. 1979’da Çek hükümeti tarafından vatandaşlıktan çıkarıldı. Veda Oyunu,  Gülüşün ve Unutuşun Kitabı, Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği gibi sonraki romanları Fransa’da ve birçok ülkede geniş bir okur kitlesi bulduysa da kendi ülkesinde yayımlanmadı.

Varoluşçuların sonuncusu olarak nitelendirilen Milan Kundera, itilip kakılmaktan bıktığı için dünyadan elini eteğini çekmeye karar verdi. 2023 yılında vefat edene kadar karısıyla birlikte Paris’te yaşadı.

Konu

Çekoslavakya’da bir demokratikleşme hareketi olarak Prag Baharı yaşanmış ama SSCB bu hareketi kendilerine karşı olarak görerek 1968’de ülkeyi işgal etmişlerdir. Bu işgal sonucunda ülkenin aydınları, sanatçıları batı ülkelerine göç etmişlerdir. Roman bu gelişen olaylar etrafında, roman karakterlerinin alt üst olan yaşamlarını anlatır.

Kundera bu romana otobiyografik öğeler de eklemiş:  Kendisi de Rus rejiminin baskıları yüzünden 1975 yılında yurtdışına iltica eden Çek entelektüellerinden biri ve komünist sistemdeki gerileyişin Çekoslavakya’daki yansımaları, eserinde oldukça ilgi çeken “politik kitsch” kavramıyla dile geliyor:

Kitsch

Sanatta abartılı, zevksiz bir estetik ve duygusallık için kullanılan Almanca bir sözcük. Kitsch,  insanın yalancı ve güzelleştiren bir aynada kendine bakması ve duygusal bir tatminle bu aynada kendini tanıması. Kundera’nın kavrama olan katkısı ise onu politikaya uyarlaması:  

“Kitsch, bütün politikacıların, partilerin ve siyasal hareketlerin estetik idealidir.” 

diyor romanında. Politikacıların bir bebeği öperken poz vermelerini politik kitsch’in varabileceği son nokta olarak tanımlar. Yazara göre bunda henüz bir kötülük yok,  asıl tehlike, totaliterleşen kitsch. Her ne zaman tek bir politik görüş diğerlerine baskın çıkar, totaliter kitsch ortaya çıkar. Her türlü bireysel hareket, her türlü kuşku, her türlü mizah totaliter kitsch’e karşı bir tehlikedir artık. Estetik güzelliği olan her şey kitsch’in düşmanıdır.  Bireysel özgürlüğünü koruyan herkes, politik kitsch’in karşısında sayılır. Estetik güzelliği savunup, bireysel söz hakkından taviz vermemek kitsch ile mücadelede bir yol olabilir. Kitcsh farklı olanı değil, aynı olanı ister.

Kitsch hem gerçek hem de eğretileme anlamında, b*kun kesin reddidir; kitsch insan varoluşunda temelden kabul edilemez olan her şeyi kapsamı dışına atar.

Prag’da kitsch; Sanatın baş düşmanı. Fransa’da öyle değil.

Fransa’da kitsch; Gerçek sanatın karşıtı olarak eğlencelik, hafif sanat. Büyük sanata karşı hafif, değersiz sanat.

Ebedi Dönüş (Bengi dönüş)

Aynı olanın sonsuz dönüşü. Nietzsche’ye göre zaman döngüsel bir formdadır; yaşanan aynı olayların bu döngüsellikte geçmişte yinelendiği, şimdi yineleniyor olduğu ve gelecekte de sonsuz defa yineleneceği tezini içerir. 

  • Her bir bireyin ömrü bir kereliktir, sonludur. Ama insanlık genel olarak aynı tecrübeleri tekrar tekrar yaşayacaktır. Nietzsche’nin ebedi döngüsünü yaşar.

Her şeyin tekrar ve tekrar ve hep aynı şekilde yineleneceği düşüncesi, yaşamı anlamdan yoksun boş bir çaba içerisine yerleştirir. O halde bu çabaya kapılıp gitmektense, her şeyin tekrar edeceğini kabul ederek, yaşama, sevinçle “Evet!” demek gerekmektedir. Nietzsche’ye göre varlık, her an yeniden başlamaktadır ve sonsuzluğa tabidir, varlık halkasının dönüşü sonsuzdur. Öyleyse her oluş, varlığı yeniden yaratacak ve hep aynı şekilde yaşantılayacaktır. Bu durumu kabullenip bundan haz alabilmekse insanın elindedir. Amor fati: Kaderini sev. Ebedi dönüşü kabullenmek, hayatımıza anlam ve dolayısıyla ağırlık eklemek demektir.

Bu ağır yük ancak felsefe ile katlanılabilir olur (Sisifos Söyleni – Albert Camus). Bengi dönüş düşüncesi, insanın iyi ve kötü arasındaki değerlendirme sınırlarını kaldırarak her şeyi olumlaması esasını gündeme getirir. Her şeyin daha katlanılır olmasının sebebi geçiciliğindedir.

Nietzsche, Sonsuza Kadar Yinelenme düşüncesine, yüklerin en ağırı diyor (das schwerste Gewicht). Sonsuza Kadar Yinelenme yüklerin en ağırıysa, bizim varlığımız bu ağırlığın karşısında göz kamaştırıcı bir hafiflik içinde yer alır. 

Bu ses, günümüz postmodern dünyasında Kundera’da bir karşılık bulur. Madem zaman döngüseldir, insanın bu döngüsellik içerisinde yapıp ettiği önemsizdir, yani insan özgürdür. Belki anlam yitirilmiştir ama özgürlük geri kazanılmıştır, varoluş hafiflemiştir. 

Kundera’ya göre ise ebedi dönüş diye bir şey yok. Kundera, Nietzsche’nin Bengi Dönüş’ünü reddeder. Kundera’ya göre hayat doğrusaldır, döngüsel değil. Dünyaya sadece bir kez geliriz. Sadece bir kere olan hiç olmamış sayılır (Alman atasözündeki gibi  “Einmal ist keinmal = Sadece bir kere olan, hiç olmamış sayılır”). Eğer hayata sadece bir kere geliyorsak hiçbir ağırlığımız yok demektir. “Einmal ist keinmal” ifadesi her şeyin özeti. Kundera’nın kendi açıklamasıyla: “Yaşanacak bir tek hayatımız varsa eğer, onu hiç yaşamamış da olabiliriz, fark etmez.” İnsan zamanı düz bir çizgide ilerlediğine göre, varlığımız dayanılmaz bir şekilde hafiftir. İnsan bu yüzden mutlu olamıyor; mutluluk yinelenmeye duyulan özlemdir. 

Hayatta sadece tek bir şansımız var. Önemli konulardaki kararlarımızın potansiyel sonuçlarını karşılaştırma imkanımız yok. O yüzden hayat aslında keyfi ve anlamsızdır, yani dayanılmaz bir hafifliğe sahiptir.

Kundera’ya göre Nietzsche ile başlangıç, Tomas’ın sorunlu varoluşuna işaret ediyor.  “Bengi Dönüş’ün yansıması, Tomas’ın içinde bulunduğu temel durumu anlatıyor, onun boğuştuğu en önemli sorunu ifade ediyor; sonsuz dönüşün olmadığı bir dünyada var olmanın hafifliğini.”

  • Tepki duyulan şey ile aynı düzlemde yer almak belli bir ağırlığı gerektirir. Bu yoksa, sorumsuzluk ve sıradanlık ile hafifliğe erişilir. Her şey hafifleştiğinde varlığı tutan bir çekim kalmaz ve dayanılmaz olur. İşte varolmanın dayanılmaz hafifliği… 

Kundera için;   ağırlıkta anlam,   hafiflikte anlamsızlık var.

Varolmanın dayanılmaz hafifliği de ancak, Nietzsche’nin amor fati’sinde olduğu gibi kaderini sevmekle katlanılabilir olur.

Karakterler:   Tereza X Sabina Tomas X Franz     Karakterler birbirinin zıddı. Ancak,

Parmenides; “Hiçbir şey değişmez” der.  Karşıtlıkların olmadığını söylüyor. Bu ifadelerden biri olumlu, diğeri olumsuzdur.

Örn: Soğuk X Sıcak. Soğuk, yalnızca sıcak değil demektir. Ağır X Hafif. Ağır yalnızca hafif değil demektir  ve Parmenides’e göre hafif olumludur.

Herakleitos’un tam tersi- “Her şey değişir”. Karşıtlıklar Herakleitos’un felsefesinin temeli. Nietzsche’nin görüşleri, Herakleitos’un görüşlerine daha yakın.

Parmenides’le birlikte “Varlık nedir?” sorusu felsefe gündemine gelmiştir. 

  • Parmenides “hafif”i olumlar. Tek seferden ibaret yaşamlarımız olabildiğince hafiftir.  
  • Beethoven “ağır”ı olumlar; sadece gereklilik ağırdır ve ağır olan şey değerlidir.

AĞIRLIK:

Tereza:  Tomas’a çok bağlı (bağımlı). Bu hali ile gelenekselliğin, yani ağırlığın timsali.

Franz: Büyük Yürüyüş’e çok inanıyor. İnsanlık için bir şeyler yapabileceğini düşünüyor. Birine bağlanma isteği içinde; Sabina, gözlüklü kız gibi. Bu yönüyle ağırlığın timsali. 

HAFİFLİK:

Tomas: Kendine bağ gördüğü her şeyden kurtuluyor, oğlundan bile. Bu her şeyden sıyrılıp özgürleşme isteği hafifliğin timsali. Yalnız ona göre Tereza’ya duyduğu aşk ağırdır ve en sonunda onun yanında taşrada kendini iyi hisseder.

Sabina: Hafifliğin timsali. Özgürlüğünden vazgeçmiyor. Onu bir yerde tutacak bir ağırlık yok. Hiç bir şeye, hiç kimseye bağlanmıyor. Babasına olan ihanetine bile ihanet ediyor. Devamlı ülke değiştiriyor. Ölürken bile küllerinin savrulmasını istiyor.

Kundera, başta ağırlıktan yana olan karakterleri hafifliğe, hafiflikten yana olan karakterleri ise ağırlığa yönlendirir. Aslında her bir karakter de birbirine benziyor bir noktada. Birey olamıyorlar. Hepsi özünde yalnız.

Hayvanlara bakışı:

Kundera’ya göre insan gezegenin efendisi değil, sadece yöneticisidir. Oysa Descartes’a göre insan, doğanın efendisi ve sahibidir. Descartes, hayvanların ruhunun olduğunu reddeder. Ona göre insan efendi ve sahiptir, hayvansa sadece bir otomat, hareket eden bir makine, bir machina animata’dır. 

Kundera’ya göre; Turin’de kırbaçlanan ata sarılan ve gözyaşları içinde aklını yitiren Nietzsche, hayvanların bir ruhunun olduğuna inanıyor ve bu hareketiyle Descartes adına hayvanlardan özür diliyor.

  • Gerçek insan iyiliği ancak karşısındaki güçsüz bir yaratıksa bütün saflığıyla özgürce ortaya çıkabilir. İnsan soyunun gerçek ahlaki sınavı, temel sınavı onun merhametine bırakılmışlara davranışlarında gizlidir: hayvanlara.”

Anne fikri:

Anne fikri romanda olumsuz olarak yer alıyor:

  1. Tomas’ın oğlunun annesi: Tomas’ın çocuğunun sevgisini kazanabilmesi için, annesine rüşvet vermesi gerekmesi. Annesinin çocuğu kullanması.
  2. Tereza’nın annesi: Annesi onu sürekli eleştirir, aşağılar. Kendi hayatındaki olumsuzluklardan Tereza’yı sorumlu tutar.
  3. Franz’ın karısı Marie Claude: Toplum içindeki imajı, gösterişli ve haklı olmak onun için önemli. Kızını da bu gösteriş için kullanıyor.

Tomas da anne ve babası ile görüşmüyor. Bir tek Franz, annesine olumlu duygular besliyor.

Kundera karakterleri NiHİLİST Mİ?

  • Karakterleri kenara çekilmiş, kendini toplumdan soyutlamış tipler. Bu anlamda nihilist kabul edilebilirler. Herhangi bir şeyin savaşını vermiyorlar, tam tersine kaçıyorlar. Örneğin:

Tomas doktorluk yapmıyor, uğraşmıyor. Kendi kendini sürgüne çekiyor. 

Tereza için de istekleri, duyguları önemli değil. Önce annesine, sonra Tomas’a göre yaşıyor. Kendisi bir hiçliğin içinde. 

Sabina ise her şeyin farkında, güçlü bir karakter; ama ona göre de olan biten her şey boş ve saçma. Bu hiçlikte kendi bildiğini yapıyor.

  • Hepsi de varolmanın dayanılmaz hafifliği içinde. Olan bitenler saçma bu karakterlere göre. “Es muss sein” olarak görülenler de bir noktadan sonra anlamını yitiriyor. Çok ciddiye aldıklarımız da başka bir noktadan baktığımızda, yer değiştirip de olaya karşıdan baktığımızda saçma, garip ve hatta gülünç geliyor karakterler için.

Kundera romanlarında olayların trajik şakalar gibi görünmesinin nedeni? Kullandığı alaycı dil?

  • Olay yaşayan için değil ama karşıdan bakan için komik olabiliyor. Bakış açısı önemli. Düşen bir insan çoğunlukla o an kendine gülmez. Ama onu izleyen insan bu duruma gülebiliyor. Zamanın da etkisi var. Belli bir zaman sonra acı olayı yaşayan biz, yaşarken komik olarak görmesek de aynı olaya sonradan gülebiliriz. Kundera komik olanın, trajik olandan daha zalim olduğunu düşünüyor:

Trajik olan, insan yüceliğine dair güzel bir yanılsama sunarak bizi avutur. Komik, daha zalimdir: Bize şiddetle her şeyin anlamsızlığını ifşa eder. Ben (Kundera)bütün insani şeylerin içinde bazı hallerde kabul gören, onaylanan, kullanılan, bazı hallerde ise üstü örtülen komik yanların olduğunu varsayıyorum. Komiğin gerçek dehaları bizi en fazla güldürenler değil, komiğin bilinmeyen bir alanını ortaya dökenlerdir.”

-Hayat tesadüflerle de şekilleniyor. Başka türlü de olabilirdi. Kundera için bu da bir çeşit trajik şaka.

KAYNAKLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir