“Şimdiye kadar hep okyanus kenarında yaşamak istemiştim, ama olmadı. Şimdi Yaşar Kemal’in romanlarını okuduğumda okyanusu hissediyorum.”

Francois Miterand (Eski Fransa Cumhurbaşkanı)

Ağrıdağı Efsanesi, Yaşar Kemal’in 1952’de yaptığı “Nuh’un Gemisi Peşinde” röportajından sonra yazmayı tasarladığı ve 1970 yılında kaleme aldığı romanı. Yaşar Kemal anlatı evreni, DOĞA ve İNSAN etrafında şekilleniyor ve yazısız sözlü edebiyatı romana taşımış ender kişilerden. Yaşar Kemal’in edebiyatta özgün bir yazar olarak yerini korumasını sağlayan en önemli özellik, onun destanlar, halk hikayeleri, masallar ve efsanelerle düşsel boyutta kurduğu ilişkidir. Yaşar Kemal nesir yazar ama Yaşar Kemal ozandır. Metinleri, nesir şiirdir.

“Eğer edebiyatı keşfetmeseydim, destanlar söyleyen bir halk ozanı olurdum” diyor.

Yaşar Kemal’in, romanı başlatışı destanlarda da yapılan şekilde roman içinde tekrar eden ifadelerle başlıyor. Dairesel bir kurgusu var, yani nasıl başlıyorsa öyle bitiriyor. Klasik bir sonla bitmiyor. Karakterlerin aşkını efsanevi anlatımla sonlandırıyor. Böylece anlattığı hikâyeye mitik özellik kazandırıyor. Bu anlatım ve kullanılan dil, esere sanki bir efsaneden alınmış izlenimi veriyor. Bu şekilde anlatım, Carl Gustav Jung’un “ortak bilinçdışı” olarak adlandırdığı, yani iletim yoluyla nesilden nesile aktarılan evrensel ortak belleğin yansımalarını da gösteriyor.

Roman, Yaşar Kemal’in aslında kendi yaşamından izleri de taşıyor. Beyazıt, eskiden Van’a bağlı bir bölge. Yaşar Kemal’in ailesi de Van Gölü’ne yakın bir köyden I. Dünya Savaşı’ndaki Rus işgali sırasında Osmaniye’ye göç eden bir aile. ”Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana” biraz da Yaşar Kemal’in ailesinin bu göçünü anlatır. Çocukluğundan beri Girit Dağı diye bir dağ adı duyar, konuşmalarda, masallarda, türkülerde. Bu dağın Ağrı Dağı olduğunu ancak 28 yaşında anlar.

Bazı yabancı yayıncılar, romanın konusunun gerçek bir efsaneden alındığını sanırlar. Oysa Yaşar Kemal, roman konusunun tamamıyla kendisine ait olduğunu, başkasından duymadığını şöyle belirtir:

“Ağrıdağı Efsanesi konusu benimdir. Bazılarının sandığının aksine halktan dinleyip olduğu gibi kaleme almadım. Her şeyiyle konusuyla, anlatımıyla benimdir.” ….. “Benim çabam, bu romanda destan atmosferini çağdaş romanda denemektir.”

“Engel tanımaz aşk” fikri kitapta yer alıyor ve bunun için en çok mücadele eden ve bu uğurda en çok yıpranan Gülbahar. Bu mücadelesine rağmen olayların ulaştığı son durumda çıldırma noktasına geliyor ve Ahmet’i yine de kaybediyor. Ortada işlenmiş bir suç olmamasına rağmen, Ahmet Gülbahar’ı affetmiyor. Çünkü Carl Gustav Jung’un dediği gibi “İşlenmemiş günahlar bağışlanamaz.

Sevdiği için her şeyi göze alabilen, canından vazgeçen diğer kişi de Memo. Memo’nun aşkı da tıpkı Gülbahar ve Ahmet’in aşkı gibi okurun gözünde yüceleşiyor, kutsal hale geliyor ve efsane içinde yerini alıyor.

  • Ana tema aşk olarak görünse de, bu simgesel aşk teması çerçevesinde, 

 asıl anlatılmak istenen baskı karşısında halkın dayanışma gücüdür. Yani;  

  • halkın başkaldırısı (iktidar-halk mücadelesi),
  • insanların birlik olduklarında başarabilecekleri,
  • tutku ile yapılanların insanları nasıl etkilediği (Ata, Ahmet’e, Gülbahar’a, iktidara olan tutku) aktarılıyor.

Bunun yanında Osmanlı ve halk arasındaki fark da aktarılıyor, başka gerçekliklere de değiniliyor. Bireysel bir istek, giderek toplumsal bir sorun haline dönüyor. 

Kitapta 3 durum söz konusu; sevda çelişkisi, töre çelişkisi ve sınıf çelişkisi. Sevda ve töre çelişkisi, sınıf çelişkisinin bir sonucu.

Sınıf çelişkisi —> Sevda ve töre çelişkisi

Romanda karşılaşılan gerçekler:

  1. Dağlılar töre ve geleneklerine hakim, onları koruyor.
  2. Saraylıya güvenilmiyor.
  3. Dağlılarda dayanışma ve birleşme var ↔ Saray içinde bölünme var.
  4. Dağlılar doğaya saygı duyuyor, doğa ile iç içe ↔ Saraylılar doğadan korkuyor.

Mahmut Han aslında burada at ve Ahmet’ten çok, halkın Ahmet’e karşı ve onunla birlikte devlete karşı duruşunu içine sindiremez. Giden sadece at değildir, iktidarından da bir parçanın eksileceğini düşünür. Kaos ortamı oluşmasından da korkar. Asıl gücün kimde olduğunu göstermeye çalışır. Yazar, halkı Mahmut Han’a karşı birleştirir ve onun üzerinden de yönetimi eleştirir. 

Atın geri verilip verilmemesi, sadece halk ile yönetim arasındaki uçurumu tanımlamada bir araç.

 Amaç: Mahmut Han’ın dağlıya yenilmemesi, Ahmet’in ve onu destekleyenlerin de atı vermeyerek töre yoluyla karşı durması.

Mahmut Han, sözüne karşı gelenleri hapsediyor. Foucault, bu tip durumlarda, bedenin denetim altına alınmasının, ancak bedenin iktidar tarafından ele geçirilmesiyle kazanıldığını ileri sürüyor. “Hapishane’nin Doğuşu” adlı eserinde (1992), “Eski iktidar biçimlerinde, iktidarlar bireyin oluşmasına engel olurken, modern iktidarlarda bireyselliğin öne çıkarıldığını” söylüyor. Foucault’ya göre bireyselleştirmek, gözetim altında tutmak ve cezalandırmak yani egemen olmaktır. Böylece ….. deliyi tımarhaneyle, …. suçluyu hapishaneyle kuşatarak, bireyselleştirmiş, kaydetmiş, sayısal hale getirmiş, egemen olunmuştur. 

Foucault’un iktidar kavramına göre Mahmut Han, ego kurbanı olan bir kişi. İktidar hırsında sözüne karşı duranları bireyselleştirerek, kontrol altında tutmak için zindana hapseder. 

Ağrı Dağı’nın hem gazabından bahsediliyor hem de Ağrı Dağı kendi insanını koruyan canlı bir insan gibi anlatılıyor.

Romanda bu anlamda gerçek ve kurgu harmanlanmış şekilde. Olay her ne kadar destansı bir şekilde ilerlese de dağ ve dağdaki Küp Gölü gerçek. Romanda 4200 m. olarak geçse de gerçekte Küp Gölü 3600 m. yükseklikte.

Romandaki olay, 18. yüzyılda(yy) geçmekte. Ancak Beyazıt (Doğubeyazıt) Sancağı 16. yüzyılın sonlarında Van ve Revan’a, 17. yy’ın ortalarından Cumhuriyet’e kadar Erzurum’a bağlanır. Bölge Osmanlı-İran-Rusya devletleri için stratejik bir öneme sahip. 19.yy’da giderek zayıflayan Osmanlı Devleti bu uç bölgede istikrarını sağlayamaz.   

Gülbahar’ın babası Mahmut Han’ın sarayı, aslında Doğu Beyazıt civarındaki İshak Paşa Sarayı. İshak Paşa Sarayı’nın yapımı; IV. Murat’ın, İran seferinde (1634) Osmanlı ordusuna cesaret ve kahramanlık göstererek, sağ kolunu kaybeden ‘Çolak’ lakaplı Abdi Paşa ile başlamış, İshak Paşa tarafından tamamlanmış, yapımı yaklaşık 100 yıl sürmüş. İshak Paşa kendi çizdiği plan ve tasarımları, Ahıskalı ve Tiflisli ustalara uygulatmıştır. İshak Paşa Sarayı, Doğu Beyazıt ilçesinin 5 km. doğusunda, bir tepe üzerine kurulmuş, İstanbul Topkapı Sarayından sonra ikinci teşkilat saray sistemidir. Ayrıca saray, Osmanlı İmparatorluğu, Lale Devri’ndeki (1718-1730) son büyük anıt yapısı sayılıyor. 18. yüzyıl Osmanlı mimarisinin en belirgin ve şaheser örneklerindendir ve  mükemmel koordineye sahiptir. Öyle ki sarayın Topkapı Sarayı’ndan bile daha ihtişamlı olduğu Osmanlı merkezi yönetimine ulaşınca (III. Selim), İshak Paşa görevinden alınmıştır.

İshak Paşa Sarayı’nın zindanlarında da ışık oyunları yer alıyor. Suçu hafif olanlar daha aydınlık zindanlarda, ağır olanlar ise daha karanlık alanlarda tutulmuşlardır. Yaşar Kemal’in kendisi de hapishanelerde kalmıştır ve ışık onun için önemli. Romanda hapishanedeki ışık oyunlarını da özellikle vurguluyor.

Metaforlar, Göndermeler, Semboller:

AT: At Hak’tan gelmiştir; “Baş verilir at verilmez” denilerek atın kutsallığı bu şekilde aktarılır. At, bir başkaldırı motifi. At aynı zamanda Osmanlıya karşı, iki kültür arasındaki çatışmayı vurguluyor. Can yoldaşı, kötü gün dostu at, boyunduruk altında yaşayan köylülerin çile, umut ve umutsuzluklarının tercümanı. 

Tıpkı Köroğlu’nun kır atı ile beylerden aldıklarını yoksullara dağıttığı gibi, Ahmet de kır atıyla Köroğlu gibi başka diyarlardan aldığı ganimetlerle yurduna döner. Törelere uymama, at ile simgeleşir. 

Romanda tekrar eden Küp Gölü’nde görülen atın gölgesi, hem kır atı hatırlatıyor hem de Ahmet’in peşinden giden Gülbahar’ı simgeliyor.

Ayrıca Yaşar Kemal’in doğduğu toprak olan Çukurova –eski adıyla Kilikya– tarih boyunca güzel atlar yetiştirmekle ünlü. Kilikyalılar güzel atlarıyla Troya’ya yardıma gelmişler. Asurlular Kilikya’yı işgal ettiğinde ise, her yıl Asurlulara vergi olarak 360 soylu kır at verilmiş.

KUŞ (Küp Gölü etrafında uçan): Yaşar Kemal’in çocukluğundan aklında kalan bir kuş. Çocukluğunda her evin içinde kırlangıç yuvaları olurmuş ve kutsal kabul edildiği için yuvalar bozulmazmış. Aynı zamanda Nuh’un Gemisi arayışı sırasında gazeteci olarak Ağrı Dağı’na tırmandığında da Küp Gölü’nde bu kuşu görüyor. Küp Gölü’nde kaybolan Ahmet de kırlangıç gibi küçük beyaz bir kuş olarak görünür. Türk mitolojisinde kuş, ruhu temsil ediyor. Kuş motifinin ruh, uçmak, öte dünya ile ilgisi hem Ahmet hem de Memo için kullanılmış (Memo yere düştüğünde kanadının birini açmış kuş ölüsüne benzetilmişti).

HAYAT AĞACI: Kır atın eyerinin altındaki nakışlı keçe üzerindeki hayat ağacı;  dalları ile yaşamı, kökleri ile ölümü simgeler. Sofi bundan korkar, çünkü yaşamı mı ölümü mü ifade ettiğini çözemez, ama Ahmet’in bir dönemecin eşiğinde olduğunu sezer. 

Türk mitolojisinde “Hayat Ağacı” denilen kutsal “Evliya Ağaç” inanışına benzer inançlar yer alır. Bu inanış dünya mitolojisinde de mevcut; yaşamı, kök salmayı, soyu, yenilenmeyi temsil eder. Hayat ağacı dünyanın tam ortasından yükselir ve kökleri yeraltına iner, dalları dünya dağının zirvesine yükselir. Türk düşüncesinde yaratılış nedeninin başlıca motiflerinden biridir. Öyle ki bu düşünceye göre, ilk insan dokuz budaklı bir ağacın altında yaratılmıştır. Türk mitolojisinde, “Evliya Ağaç”, Tanrı’ya kavuşmanın yoludur; insanların birbirleriyle ve doğanın insanlarla bağını da sembolize eder. 

GÜNEŞ: Güneş doğuşuyla varoluşu, batışıyla ölümü simgeler. Kır atın eyerinin altındaki nakışlı keçe üzerinde eski zamanlardan kalma, çok turuncu bir güneş görmüştü Sofi. Hayat ağacıyla birlikte görülen güneş, Ahmet’in hayatında büyük değişiklik olacağının göstergesi. Aynı zamanda Mahmut Han da üst üste güneşin doğuşunu görüyor ve güneşin bu haline daha önce hiç rastlamadığını düşünüyordu. Güneş bir yandan da halkın diriliş öfkesinin göstergesi.

KUTSAL MEŞE AĞACI (Kervan Şeyhi’nin Evinin Önündeki):  Anadolu’da hem ana hem tanrıça olarak görülürmüş. Meşe ağacı, tanrıçanın bedeni, meşe kavuğu ise tanrıçanın rahmiyle özdeşleştiriliyor. Ana tanrıça heykellerinin meşe ağacından yapılması, ağaca ve ağaç altında tapınma geleneğinden gelmiştir. Anadolu’daki neolitik çağ evlerinin tam ortasında yer alan ve evin çatısını ayakta tutan meşe direğinin aynı zamanda Tanrıçayla özdeşleştiği saptanmış. 

Ayrıca Prometheus, ateşi meşe odunuyla alıp insanlara getirmiş. Meşe ağacının diğer ağaç ve otların yetişmesini engellememesi, onlarla birlikte yaşaması, antik çağlarda bu ağacın misafirperver ve barışçı olduğu şeklinde algılanmasının nedeni olabilir.

  • Hem yiyecek hem de yakacak olarak kullanılmış. Binlerce yıl öncesinde, tarım tekniklerinin daha ilkel olduğu yıllarda, meşe palamudunun beslenme ve insanların hayata tutunmasındaki önemi çok daha belirgin.

Meşe ağacı meyvelerinden ekmek elde ediliyor, meşe üzerinde yaşayan bir böcekten elde edilen tatlı özütten kudret helvası yapılıyor.  16. yüzyılda bu yörede müshil olarak da sabahları yenilmekteydi. Anadolu ve Ortadoğu insanı bu tatlı yiyeceğin gökten Tanrı tarafından gönderildiğine inanmış, meşenin Tanrı ile insanlar arasında aracı olan kutsal bir ağaç olduğunu düşünmüş. Nitekim Kuran ve Tevrat’ta bahsedilen ve Tanrının İsrailoğullarına tükenmeyen bir kudret helvası gönderdiği ve bu helvanın ağaçların üzerinden toplandığına yönelik söylencelerin kaynağında da meşe ağacından elde edilen tatlı özütün olduğu tahmin edilmektedir.

  • Neolitik çağdan beri boya elde edilir; Roma ordularının ihtişamlı kırmızılıktaki pelerinleri çok uzaktan bile seçilebiliyordu. Buradan elde edilen kırmızı aynı zamanda “Türk kırmızısı” olarak da tarihte iz bıraktı. 
  • Halk meşeden ilaçlar yapar. Mazı meşesinin meyvelerinden antiseptik olarak da yararlanılır. 
  • Meşe palamudunun başlığındaki asit sütün yoğurt haline gelmesini sağlayan mayalanma sürecini başlatır.  Buna benzer bir fonksiyon da meşe palamudu ve meşe külünün ekmek mayası olarak kullanılmasıdır. Meşe palamudu veya meşe külü ile mayalanan hamurun kabarması ve şişmesi, aynen hamile kadınların karnı gibi hamurun büyümesi, hamuru büyüten meşenin doğurganlık ve bereket ile dolayısıyla Anatanrıça inancıyla ilişkilendirilmesine sebep olmuştur.

Frig ve Galatların doğurgan Kibele’sinin, Antik dönemlerin alımlı Artemis’inin ve yardımsever Tanrıça Hekate’nin kutsal ağacıdır meşeler. Ayrıca Artemis’e tapınmanın önemli ritüellerinden biri de meşe ağaçlarıydı. Bu tanrıçaya Meşe ağaçları altında tapınılırdı. Din adamlarının gözdesi olan meşe, Kibele’ye adanmış kutsal bir ağaçtı.

KILIÇ: Ahmet’in duygularını, hayal kırıklığını ve kendi namus düşüncesini anlatan sembol. Aynı zamanda kılıç, geleneklere bağlılığı da ifade ediyor.

DEMİRCİ: Demirci Hüso, Firdevsi’nin Şehname’sindeki önemli mitolojik kahramanlardan Demirci Kâve’yi hatırlatıyor. Demirci Hüso’yla Demirci Kâve arasındaki en büyük benzerlik, ikisinin de halka yapılan eziyete karşı çıkmaları. Baskı ve zalimliklere isyan eden Kâve, halkı direnişe çağırır. Bu metinde de Demirci Hüso, kır atı Ağrı Dağı’ndan alıp paşaya geri getirir; buna rağmen, paşa yine de Musa’yı, Sofi’yi ve Ahmet’i idam etmek isteyince karşı çıkar. Ahmet’in Ağrı Dağı’na çıktığı gün bütün halk saray etrafında toplandığında, Hüso’nun söyledikleri yine Kâve’yi akla getirir: “Biz hep böyle her şeyde birlik olsak, kimse bize diş geçiremez. Bize dağlar, şahlar dayanamaz.” Şehname’de halkı örgütleyen Kâve. Bu metinde ise Ağrı halkı kendi kendine örgütlenerek sarayın etrafında toplanır. 

Demirci Hüso’nun ateşe taptığına ilişkin söylentilere yer verilmesi, okuru yine Şehname’ye gönderen bir diğer benzerlik. Şehname’de İran’da İslamiyet’ten önceki dönemde hakim olan Zerdüşt inanışına önemli yer veriliyor. Zerdüştlükte su, hava, toprak, ateş kutsal sayılıyor ve ateşe, aydınlığa veya Güneş’e bakılarak ibadet ediliyor. İnanışa göre ateş, iyi ve kötüyü birbirinden ayıran Tanrısal bir güce sahip.

ATEŞ: Türk mitolojisinde ateş kutsaldır; mitolojide arınmanın sembolüdür ve tüm toplumlarca da kutsal sayılır. Ateşin soyu, kabileyi, aileyi koruduğuna; insanları kötü ruhlardan temizlediğine inanılır. Ateşin, taşın demire sürülmesiyle bulunduğu düşünülür. Bu nedenle Hüso’nun demirci olması ve ateş önünde dize gelmesi de önemlidir. 

Ayrıca Ahmet Ağrı Dağı’na çıktığında anlatılan efsaneler ile Prometheus’un insanlara ilk ateşi götürmek için Olympos’tan ateşi çalması ve Zeus tarafından cezalandırılması durumu metinler arası bir ilişki.

Aynı zamanda Ağrı Dağı’nda ateş yakma, Ferhat’ın Şirin’e kavuşmak için Demirdağ’ı delip su getirmesinin şart koşulmasını da hatırlatıyor.

KERVANKIRAN YILDIZI: Kervankıran yıldızı, efsaneye göre kervancıbaşını yanıltarak kervanın yolunu şaşırmasına ve tipiye yakalanmasına sebep olan yıldızdır. Romanda ise Gülbahar için bir umut olarak yer alır.

KAVAL: Yaşar Kemal’in romanlarında kaval, aşka düşmenin habercisi olarak kullanılıyor. Ayrıca çobanları anlatan bir kültür motifi.

SOFİ: Yaşar Kemal’in anılarındaki bir karakter. Zamanında Anadolu’da otobüs beklediği sırada gördüğünü söylediği, yetmişini geçmiş, sakallı, iki gözü de kör, kavalı olan bir kişi. Sofi, Anadolu erdemi, huzuru. 

“Nuh’un Gemisi-Bu Diyar Baştan Başa 1” kitabında da adı geçer. Şöyle diyor Yaşar Kemal yazısında:

Bitlis’e gideceğim. İstasyonda otobüsler bekleşiyor. Otobüslerin dört yanını dilenciler almış. Ama bu dilenciler bizim bildiğimiz dilencilerden değiller. Bunlar türküler, destanlar söylüyor, kaval çalıyorlar… Bunlar ihtiyar dilencilerdir. Çoğu da kör…

Aralarında top kara sakallı bir kör vardı. Adına oradakiler “Sofi” diyorlardı. Sofi, dehşetli kaval çalıyordu. Uzun, dertli havalar… İnsanı alıp başka dünyalara götüren, ağlamaklı eden havalar…

AĞRI DAĞI: Halkın yıllardır birikmiş öfkesinin sembolüdür. “Ağrı’nın başı kızarsa dünyayla dövüşür.” Bunun yanında Ahmet’in ateşi yakıp Ağrı Dağı’ndan inmesi, kalabalığı sakinleştirip felaketi önler;
adeta yeniden doğuştur halk için. Bu olayın Ağrı Dağı’nda gerçekleşmesi, Nuh Peygamberin insanlığı felaketten kurtardığı ve gemisinin Ağrı Dağı tepesinde kaldığı inanışı ile de benzemesi tesadüf değildir.

SAÇ: Anadolu’da genç kızın bir erkeğe saçından bir tutam kesip vermesi, onu sevdiği anlamına geliyor.

BABA: Gülbahar ve Yusuf babadan saygı ile korkma ve babaya öykünüp onun gibi olamamadan kaynaklanan iç çatışma içindeler. Aynı zamanda Mahmut Han da bilinçdışındaki (bilinçaltındaki) baba hükmünde olan Osmanlı Sarayı’ndan korkar. Dağlılar için de Mahmut Han’ın sarayı, baba hükmündedir.

3 RAKAMI: Kır at 3 kez yola bırakılır, döner; 3 gece Ahmet’in yakacağı ateş beklenir; Memo 3 kez kılıcını sevgililerin üzerine doğrultur vb.

Yaşar Kemal (1923-2015)

Yaşar Kemal, ilk defa bir çerçide gördüğü yazıyı, maddi imkansızlıklar içinde 9 yaşında üç ayda öğreniyor; okur yazar haline geliyor. Van’dan Osmaniye’ye geldiklerinde, daha önceden boşaltılmış olan konaklardan birini Yaşar Kemal’in ailesine sizin olsun diyerek veriyorlar. Ailesi kabul etmiyor: “Yuvası yıkılanın yuvasına oturulmaz” diye cevap veriyor. Böyle bir aileden doğruyu, umudu arayan, (zulme) başkaldıran kahramanlar yazan bir yazar yetişiyor. İyilikleriyle, zorluklarıyla, yaşadığı travmalarla hayat, yazar olması için sanki onu hazırlıyor:

İlginç kişi ve hikayelerle dolu bir ailede doğmak, coğrafyası ve kültürüyle etkili bir yerde doğa ile iç içe büyümek, tüm bunları görebilecek iç gözü, edebiyat ve düşünce gücü anlamında onu çok geliştiren Abidin ve Arif Dino;  memur olarak atandığı 30.000 kitaplı (Ramazanoğlu) halk kütüphanesinde 3 yıl boyunca hiç durmadan okuması; röportaj gazetecisi olarak çalıştığı Cumhuriyet Gazetesi’nde 10 yılı aşkın Anadolu’yu gezerek topladığı insan hikayeleri; hayat arkadaşı Thilda… Ve hayatında hep yazmak var… Fuzulilerin devrinden sonra en çok ve çeşitli kelime kullanan yazar. Fakat hiçbir eserinde “nefret” kelimesini kullanmamıştır.

Yaşar Kemal’in büyük ustaları:

  • Homeros
  • Karacaoğlan
  • Dadaloğlu
  • Cervantes
  • Stendhal
  • Çehov

Özellikle de Çehov. Charlie Chaplin’i de Çehov’la bir tutuyor (Çünkü C. Chaplin’i yakın yüzyılda insan psikolojisini en iyi verenlerden biri olarak görüyor). Romancılık açısından da epik, yani destansı anlatımı en iyi anladığını düşündüğü Stendhal’i ustası olarak düşünüyor. Yaşar Kemal her roman yazışından önce Kırmızı ve Siyah’ı okurmuş. Stendhal diyor ki:

Romanda en iyi dil, zabıt katibinin (arzuhalcinin) dilidir.” (Yaşar Kemal de gençliğinde arzuhalcilik yapmış. Öyle ki YK, bir kişinin arzuhalini yazıp bir de adamın bu yazılanlara göz atmasını istediğinde, adam gözleri yaş içinde “Ben neler yaşamışım” diyerek okumuştur başına gelenleri.)

Stendhal,  Balzac, Dickens, Tolstoy, Hemingway gibi yazarların dertleri, hikayelerini anlatmak. Yaşar Kemal de uzun ve anlaşılmaz cümleler kurmak yerine, dilde yalın olmayı tercih ederek derinleşen bir yazar. Öyle hale gelmiş ki, hele “Karıncanın Su İçtiği” kitabında adeta kelimesiz yazmıştır yazdıklarını.

Onda, Anadolu topraklarına sinmiş mitolojik unsurlar, sonu gelmeyecek olan kötülüğe karşı mücadele ve bunların taklidi mümkün olmayan bir dille işlenmesi var. Aslında Anadolu’nun binlerce yıllık anlatı geleneğinin belki de son temsilcisi. Bir yanıyla batıda Homeros anlatısı, diğer yanda Mezopotamya’da Gılgamış Destanı’nın anlatı geleneğinin temsilcisi…

Yaşar Kemal çocukluğunda masalcılık geleneği ile tanışarak sözel bir kültürün yaratıcı etkisi ile büyümüş. Onun edebiyatı, sarı-sıcaktır. Latin Amerika’dan çıkan “büyülü gerçekçilik” akımından çok önce ve bu tekniği hiç bilmeden, Yaşar Kemal Anadolu mitosları ile bu tekniği keşfetmişti. Karakterleri düş ve gerçek arasında gidip gelir. Yaşar Kemal’in karakterlerinin düş dünyası, daha sonra Latife Tekin ve Hasan Ali Toptaş’ın romanlarındaki karakterlerin dünyasında yeni boyutlar kazanır.

Zülfü Livaneli diyor ki “Yaşar Kemal’de ancak büyük şairlerde, romancılarda, büyük vizyonerlerde olan muazzam bir sezgi gücü ve zevk var; bu sanatta çok önemli bir öğe. “Hiç” ile “gerçek sanat”ı ayırabilmek her yaratıcıya nasip olmuyor. Adana yıllarında Abidin Dino’nun yeni yaptığı tabloları dizip, genç Kemal’e “Hadi seç bakalım.” dediği ve onun beğenmediği tabloları yok etmesi, bu olguyu yeterince açıklıyor. Yaşar Kemal hayatı en ufak kıpırtılarına kadar seziyor.”

“Yaşar Kemal için yerelden evrensele giden yazar gibi tanımlamalar pek uygun düşmez. Bu çapta bir yaratıcılık hem yereldir hem evrensel. Yaratıcılık her yerde yaratıcılıktır. Bu dünyanın en büyük yaratıcılarından birisi, Yaşar Kemal adıyla Türkiye’ye nasip olmuştur.”

“Romanlarımda hep korkunun, korktuklarının üstüne yürüyen insanlar bulacaksınız. Ben hep korkunun, korktuklarımın üstüne yürürüm. Bu, benim huyumdur sanıyorum…. Yaratıcılığın kaynağına doğru, ondan beri de neye rast gelirsek…”  diyor Yaşar Kemal.

Picasso, Miro gibi sanatçılar nasıl ustalıklarında çocuk çizimlerine sahip oldularsa; Yaşar Kemal tekniği de her türlü sanat hilesinden arındırılmış, adeta çocuk saflığının bilinçle ve çok üst düzeyde yaratılmış hali (Nietzsche deve-aslan-çocuk-üst insan aşamaları gibi) diyor Zülfü Livaneli özellikle de “Karıncanın Su İçtiği” kitabı için.

Yaşar Kemal’in eserlerinin tümünde hayatından parçalar olsa da yine de en son yazmak istediği kendi hayatıdır. Ama bunu gerçekleştiremeden 28 Şubat 2015’de vefat etti. Son basılan eseri ise “Tek Kanatlı Bir Kuş” adlı kitaptır. 

Hayatı acılarla dolu olmasına rağmen hiçbir zaman karamsar değildir Yaşar Kemal. Bu anlamda Dostoyevski’nin hakkını da verir. Diyor ki:

Hayat umutsuzluktan umut yaratmaktır”…… “Ben ışığın destancısıyım, iyi ki geldik diyenlerdenim. İyi ki geldik bu dünyaya”.

Yaşar Kemal, Türkiye’nin neredeyse son yüz-iki yüz yılını kayıt altına almış toplumsal hafızasıdır. Eskimesi, unutulması mümkün değil. 

Her güzel insanın ardından söylenen o güzel söz Yaşar Kemal’e ait:

O iyi insanlar, o güzel atlara binip gittiler…

“Düş gücünü yitiren insanın hiç umudu olur mu? Umut, düş gücünün yarattığı ve insanoğlunun sahip olduğu en büyük değerlerden birisi değil mi?… Belki  de hayaller ve efsaneler tek ve aynı şeylerdir…” Yaşar Kemal

KAYNAKLAR

https://agri.ktb.gov.tr/TR-122232/agri-dagi-efsanesi.html

Ahmet Ümit (5 Mart 2021). Hayatı Destanlaştıran Yazar: Yaşar Kemal .

Çağla Tulukçu Arkman (2009). “Yaşar Kemal’in Ağrı Dağı Efsanesi Adlı Eserinin Kukla Sahnelemesi Olarak Yorumlanması Önerisi”. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi S.B.E. Yüksek Lisans Tezi, İstanbul. 

Çimen Günay (2003).Ağrıdağı Efsanesi’nde Arketipsel Benlik”.  Geçmişten Geleceğe Yaşar Kemal, Bilkent Üniversitesi Türk Edebiyatı Merkezi Uluslararası Yaşar Kemal Sempozyumu, Yayına Haz. Süha Oğuzertem, Adam Yayıncılık, İstanbul.

Esen Yücel Spahiu (2002). “Michel Foucault – Foucaultcu İktidar, Söylem ve Özne Kavramları”. Kurgu Dergisi, Sayı 19, s.271-282.

Gökay Durmuş (2010). Yaşar Kemal’in “Ağrıdağı Efsanesi” Başlıklı Romanına Arketipsel Bir Yaklaşım. 5-Spring, 21-29.

Gökhan Fırat (2019). Yaşar Kemal’in Romanlarında Coğrafyanın Etkisi (Bir Ada Hikayesi 1-3, İnce Memed 1-4, Akçasazın Ağaları 1-2), Trakya Üniversitesi, S.B.E., Edirne.

Handan İnci (2015). Türkiye’nin Toplumsal Hafızası Yaşar Kemal’e Veda. Milliyet Kitap.

Hikmet Altınkaynak. Ağrı Dağı Efsanesi. Tiyatro.

Mahfuz Zariç (2011). Ağrıdağı Efsanesi Romanında Mitik ve İdeolojik Yapı. Dicle Üniversitesi S.B.E. Dergisi, 3(6), (58-72).

Meriç Kurtuluş (2009). Ağrıdağı Efsanesi’nden Sözlü Edebiyata “Metinlerarası” Bir Yolculuk. Milli Folklor, 21(83), 62-69.

Merve Usta (2021). Yaşar Kemal’in Ağrı Dağı Efsanesi Romanına Realist Bir Yaklaşım. Mahal Edebiyat.

Nebil Özgentürk (6 Haziran 2019). Görkemli Hatıralar (Serhan Asker ile).

Ramazan Çiftlikçi (1993). “Yaşar Kemal-Yazar, Eser, Üslup”, İnönü Üniversitesi S.B.E. Doktora Tezi, Malatya.

S.Seza Yılancıoğlu (2010). Yaşar Kemal’in Anlatısında At İmgesi. Çev. Elif Kayalar, Folklor/Edebiyat, 16(64), (25-32).

Sabri Kılıç (2012). 100 Büyük Romancı. Maya Kitap, İstanbul.

Uğur Morkaya (2018). “Aşk-ı Memnu, Dudaktan Kalbe, Ağrı Dağı Efsanesi, Şu Çılgın Türkler, Midas’ın Kulakları, IV. Murat Eserleri Örneğinde Edebiyat ve Opera İlişkisi”. Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, İstanbul.

Yaşar Kemal (2011). Yaşar Kemal Kendini Anlatıyor-Alan Bosquet ile Görüşmeler. Yapı Kredi Yayınları. İstanbul.

Zülfü Livaneli (2021). Gözüyle Kartal Avlayan Yazar-Yaşar Kemal. İnkılap Kitabevi.

Son Kuşlar da Uçup Gitmeden https://yeryuzuagaci.wordpress.com/2021/01/21/anadolu-uygarliklarinda-mese-agaci/

Yaşar Kemal (2019). Nuhun Gemisi-Bu Diyar Baştanbaşa 1. Yapı Kredi Yayınları.

http://www.gunleme.dersbelgeligi.com/mese-agaci/

https://tr.wikipedia.org/Başrol – (11 Kasım 2017). “Yaşar Kemal”. Habertürk Belgesel Ekibi https://www.youtube.com/watch?v=9EFTlw5fOss

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir