Günler bir saat için eşit olabilirler, fakat bir insan için asla…

Marcel Proust

Dostoyevski’nin Ecinniler kitabında Şatov, Stavrogin’e şöyle diyor: “İyi ile kötü anlayışınızı yitirdiniz. Çünkü ulusunuzu tanımıyorsunuz artık.” Tanpınar, bu ayırımın farkında olan, bunun acısını çeken biri… Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde (SAE) aslında bu ikilemi anlatmış.

SAE, Türk modernleşme projesinin, 20. yüzyılın ilk yarısında Türk toplumu tarafından nasıl algılandığının hicvi. Eski ile yeni, doğu ile batı, felsefe ile hurafe, dürüstlük ile yalanın arasında sıkışıp kalmış bir toplum anlatılıyor. Tanpınar, “kuralsızlığın kural olarak kabul edilmesinin” bütün toplumsal kurumlara verdiği zararı ya da patolojik sonuçları, romandaki olay ve ilişkiler üzerinden aktarmaya çalışmış. SAE, Tanpınar’ın deyişiyle ‘değişerek devam eden, devam ederek değişen’ bir toplumun parodisi.

Medeniyet değiştirme uğraşına girmiş toplumun, geçmişindeki değerler yerine yeni değerler edinirken nasıl bocaladığı ve nasıl kolayca kandırılabildiği anlatılıyor. Buradaki kişiler, medeniyet dönüşümünü ve yeniliği henüz hazmedemediği için arada kalıyor, kültürlerarası problemler yaşıyor.

Ahmet Kutsi Tecer, romanın konusuna “bir dolandırıcılık olayı” demiş.

Tanzimat (1839) ile yaşanan köksüz modernleşme ve ikili medeniyet krizi, kültürel kopuşun başlangıcı olarak dikkati çekiyor. Roman 4 bölümden oluşuyor: “Büyük Ümitler”, “Küçük Hakikatler”, “Sabaha Doğru”, “Her Mevsimin Bir Sonu Vardır”. Bu bölümlerin her biri belli dönemleri temsil ediyor:

  1. Romanın birinci kısmı olan “Büyük Ümitler” Tanzimat (1839-1876) öncesini ve I. Meşrutiyet dönemini (1877-78),
  2. “Küçük Hakikatler” ve “Sabaha Doğru” bölümleri II. Meşrutiyet dönemini (1908-1923), anlatıyor. Küçük Hakikatler bölümündeki kıraathane, Tanzimat Dönemi sonrası toplumun iki uygarlık arasında kalarak bocalayışına yapılan bir gönderme.
  3. Son bölüm olan “Her Mevsimin Bir Sonu Vardır” ise Cumhuriyet döneminin başlarını ve devamını ele alıyor.

“Fikirler, îmanlar, büyük bir aile mirasının torunlarda genişlemesi gibi, aynı köklerden dal budak salıyordu. Hayat bir ve bütün, insanıyla beraber sürüp gidiyordu”…“ İşte Tanzimat’tan sonraki senelerde kaybettiğimiz şey, bu devam ve bütünlük fikridir.”

A.H.T. (Yaşadığım Gibi)

Karakterlerde:

  • Muvakkit Nuri Efendi: Geleneğin olumlu yönünü (bilgelik-dürüstlük- çalışkanlık gibi) temsil eden karakter. Hayri İrdal’ın hayatındaki en olumlu karakter. (Muvakkit: Güneşe bakarak namaz vakitlerini bildiren kimse)
  • Seyit Lütfullah: Geleneğin olumsuz yönünü temsil eden karakter. Ayrıntılarda doğru olsa da özünde yanlış. (Örn: Kayıp altın saatin bulunamama hikayesi)
  • Halit Ayarcı: Türk Modernleşmesini temsil eden karakter
  • Hayri İrdal: Geleneksel toplum düzeninden modernizme geçişteki –artık ne geleneksel toplum düzenini koruyabilen ne de tam olarak modern olabilen, eşikte kalmış Türkiye’yi temsil ediyor.

Hayri İrdal’ın hikayesi, bireysel olarak kendi hikayesi ama toplumsal olarak Türkiye. Olaylar Hayri İrdal’ın 1893’teki doğumu ile başlıyor. Çocukluğu II. Abdülhamit devrinde geçiyor. I. Dünya Savaşı ile askere gidiyor ama askerden döndükten sonra her şeyin değiştiğini görüyor. O da o zamanki Türkiye gibi geç kalmış, geri kalmış. Ama onun hayatında geleneksel hayatı sürdüren ve olumlu örnek olanlar Muvakkit Nuri Efendi, ilk eşi Emine ve oğlu Ahmet. Bu ilk çevredeki olumsuz örnekler de hurafeyi temsil eden Seyit Lütfullah, kısa yoldan zengin olmak isteyen Aristidi Efendi, bu kişileri tanıştıran oğluna iyi rol model olamayan babası, onu Halit Ayarcı ile tanıştıran Doktor Ramiz.

Modernleşme eğilimi olup da bu konuda deneyimi olmayan olumsuz örneklerin başında ise Halit Ayarcı geliyor. İkinci karısı Pakize ve baldızı diğer olumsuz örnekler. Ama Enstitü de, iş de, maddi refah da –dolayısıyla- ilerleme de- aslında büyük bir yalan.

Abdüsselâm Bey Konağı

Bu konak bir sembol niteliğinde. Konak büyüklüğü ve kalabalıklığıyla Osmanlı İmparatorluğu’na benzetiliyor (Abdüsselâm Bey, birçok insanı konağına aldığı gibi Hayri İrdal askerden döndükten sonra onu da evine alır ve hatta beslemesi Emine ile evlendirir. Konak anlatılırken kullanılan Babil kulesi benzetmesi, konakta tam 37 insanın bulunduğu bilgisinin verilmesi, 1912’den (Balkan Savaşları) sonra birçok konak sakininin konaktan ayrılması gibi bilgiler, konak-imparatorluk eşleşmesine dair ipuçları).

Zaman kavramı

Tanpınar eserlerinde özellikle değişen zamanla başa çıkabilmek ve çağına ayak uydurabilmek açısından çok önemli bir yere sahip olmuş. Zamanla ilgili olarak saat, saat tamiri konusu Mahur Beste gibi diğer eserlerinde de yer alıyor.

Ahmet Hamdi Tanpınar için zaman kavramı geniş yer tutuyor ve eserlerinde zaman kavramını simgesel bir form olarak kullanıyor. Tanpınar’ın zaman algısında, Henri Bergson’un sezgi felsefesi ve Marcel Proust’un eserlerinin etkileri görülüyor.

Tanpınar’ın Bergson’la tanışmasını dolaylı olarak Yahya Kemal sağlamış. Yahya Kemal’in çıkardığı Dergah isimli dergide, Mustafa Şekip Tunç, Bergson ile ilgili konuları sistematik olarak ele alıyor. Tanpınar da böylece Bergson’a aşina olur. Özellikle Bergson’un zaman anlayışından hareketle zamanı bir akış olarak değerlendiren Ahmet Hamdi Tanpınar’da birey psikolojisiyle oluşturulan bir zaman anlayışı hâkim. Kitapta “Saatin ayarı insandır.” İfadesi geçiyor. Bergson’da da zaman, varlıkla birlikte var olur. Varlığın yok oluşuyla birlikte ona ait zaman da yok olur.

Bergson için bellek, “her şeyin kaydedilip saklandığı bir geçmiş zaman deposu” değil; “şimdiki an ile geçmişi bir arada tutan, aynı anda iç içe yaşatan ve geleceği (de) içine alan” bir bölge. Geçmiş, şimdi ve gelecek anın içinde ve karşılıklı olarak birbirlerinin içinde sürekli var olur, birbirlerini etkilerler. Bu sebeple belleği en iyi temsil eden sıfat “akış”. Bergson’un zaman anlayışında önemli kavramlar: Süreklilik, bellek, bilinçlilik ve özgürlük.

Tanpınar’ı zaman, üslup/roman tekniği açısından etkileyen bir başka isim Marcel Proust. En sevdiği romancı. Hem Proust hem Tanpınar uzay içinde konumlandırılan, sınırlandırılan, takvim, saat gibi göstergelerle somutlaştırılan zamandan ziyade; iç zaman, bütünlüklü zaman, kaybedilen yitik zamanın peşinde. Her ikisinin de eserlerinde rüya aracılığıyla geçmiş zamana döndükleri görülmekte. Yazarlar zaman yolculuklarında müzik ve bununla ilintili aşkı, yardımcı unsur olarak kullanırlar.

SAE’de 4 saat üzerinde duruluyor. Bu saatler toplumdaki değişmeleri vurguluyor:

  1. Mübarek: Herhangi bir ayarı kabul etmeyen, eskinin içine gömülen, yıllar öncesinden fikirlerle konuşan, ufkunu daralttıkça daraltan, hiçbir yeniliği kabul etmeyen insan düşüncesini ve kimliğini temsil eder. Bu saat ve çağrıştırdıkları, bir tabu gibi kabul edilir. Dini inançları temsil eder.
  2. Masa saati (laik saat): Saat başı moda bir türkü çalar. Duvardan masaya inmesiyle, yeniliği mekan ya da şekil değiştirmeyi veya bir süreliğine gündemde olunabilecek ikinci bir düşünce ya da kimliği temsil eder. Normal hayatı yansıtır.
  3. Babasının ‘koyun saati’: Hem pusulalı, hem kıblenümalı, hem alaturka hem alafranga bütün zamanları sayan üçüncü saat, sürekli bozulur ve aslında ne pusulalı olma özelliğiyle yönü, ne kıblenümalı olma özelliğiyle kıbleyi doğru düzgün gösteremez. Bu saat, her iki kutbu da üzerinde tutmak isteyen, doğu ile batı arasına sıkışıp kalmış düşünce şekline ve insan kimliğine atıfta bulunur. Batı’nın etkisi ile değişmeye başlayan medeniyeti temsil eder.
  4. Muaddel (Muvakkit Nuri Efendi’nin tamir ettiği saatler): Bütün parçaları ayrı yerlerden alınma saatler. Bu saatler için, “Ne kadar bize benziyor, tıpkı bizim hayatımız” sözü geçiyor kitapta. Yenilik adına batıdan alınan, içselleştirilmemiş yenilikleri temsil ediyor. Şimdiyi, ama geçmiş ve geleceğin sentezinden oluşan geniş bir şimdiyi yakalama fırsatını kaçırmış Türk aydın zümresine denk geliyor.

Hayri İrdal’ın saat saplantısı, “toplumsal zamanın üzerinde durmasına ve bir zihniyet eleştirisi yapmasına imkan verir”.

SAE’de ayarsız saatler problem oluşturur. Kırılmış, işlemeyen, çalışmayan bir saat hastalanmış bir insana benzetilir, bu saat mazur kabul edilebilir. Ama ayarsız bir saatin hiçbir mazereti yoktur (Aslında Ayarsız saat demek = eğitimsiz insan demek). Hayatının merkezinde saat olmasına rağmen Hayri İrdal saatlerden anlamaz. Ama Halit Ayarcı onu saatleri ayarlamanın merkezine yerleştirir.

Rüya

Tanpınar’ın rüya konusunda beslendiği kaynaklardan biri psikiyatri/psikolojidir. Rüya konusundaki kaynakları ise Sigmund Freud, Carl Gustav Jung, Paul Valéry ve Gérard de Nerval.

Tanpınar, düşleri metafizik bir çehreyle yorumladığı için her ne kadar Sigmund Freud’un düş kuramından çok, Bergson’un ruhbiliminden etkilenmiş olsa da yazarın kurgusal eserlerinde belirli noktalarda Freud etkisi görülür.

Olaylar bir hiciv ve alay içinde anlatılır. Berna Moran’a göre bu hiciv ve alay dışında kalan, iki kişi bulunur: Muvakkit Nuri Efendi ve Hayri İrdal’ın oğlu Ahmet. İkisinin de ortak özellikleri:

  • ikisinin de bir konuda uzman olmaları ve
  • bu uzmanlıklarını en iyi şekilde dürüstçe ve sabırla insanların hizmetine sunmaları.

Oysa Hayri İrdal, topluma yararlı biri olabilecekken, toplum tarafından yoldan çıkarılıyor.

“İnsanoğlu yorgunluktan çekinmez; ufuksuz olmaktan harap olur.”

A.H.T.

“Fakat sıçrayabilmek, ufuk değiştirebilmek için dahi bir yere basmak lazım. Bir hüviyet lazım. Bu hüviyeti her millet mazisinden alıyor.”

A.H.T.

Göz nuru, alın teri gerektiren işler bu toplumda adeta küçük görülür ve önemsenmez. Ancak SAE döneminde İrdal’ın mutlu olduğu tek bir dönem var, o da oğlu ile birlikte SAE binasının planlarını yaparken aylarca gece gündüz, uyku yorgunluk, açlık bilmeden çalışıp bin bir güçlüğü yendikleri dönem.

Oğlu Ahmet, Hayri İrdal’a farklı gelir; çünkü çok uzun zamandır inşa ettiği yalan dünyanın farkında olan ve bunun dışında kalmayı başaran tek insan Ahmet. Ahmet kendisi gibi yalan bir dünyanın içinde kendi gerçeğini kaybetmemiş.

  • Ahmet ismi de önemli. Tanpınar, Ahmet Hamdi ismini ikiye bölmüş olabilir. Tanpınar, Hamdi ismiyle benzeşen Hayri üzerinden bir oyun ve kurgu kuruyor, romanın sonunda ise Ahmet ismiyle hikâyeye karışıyor ve tüm bunların yalan ve oyun olduğunu itiraf ederek okuyucuyu şaşırtıyor ve okuyucuyu dahil ettiği bu yalan dünyadan tekrar gerçek dünyaya çağırıyor.
  • Romanda okuyucuya en samimi gelen bölümler, İrdal’ın oğluyla ilişkisini anlattığı ve onun üzerinden kendisini yargıladığı bölümler. Tanpınar’ın diğer romanlarının aksine, SAE’de baba, oğlunun etkisinde kalmakta, durumu anlamakta, ama yine de kendisini kapıldığı dünyadan kurtaramamakta.

Aile

Tanpınar daha o zamanlardan aile kurumunun hal ve gidişatına yönelik olumsuz değişim belirtileri görüp romanında işlemiş. İngiltere’de 2018 yılında Yalnızlık Bakanlığı kuruluyor. Tanpınar, daha o yıllardan bu yalnızlık konusunu gündeme almış. Bu, aslında onun yazar öngörüsü, sezgiselliği hakkında önemli bir fikir veriyor.

Tanpınar bir denemesinde şöyle diyor: “Cesaret edebilseydim, Tanzimat’tan beri bir nevi Oedipus kompleksi, yani bilmeyerek babasını öldürmüş adamın kompleksi içinde yaşıyoruz, derdim.” Burada babayı öldürmek, asırlar içerisinde inşa edilen bir medeniyetin sahibine karşı çıkmak, onun yerine yeni bir medeniyet dairesine yüzünü çevirmek. Aslında Tanpınar bu tespitini yazılarında geniş bir şekilde ele almış. Metinlerinde Doğu-Batı üzerinden medeniyet değiştirmenin toplum ve fert üzerinde nasıl bir etki bıraktığını ortaya koymaya çalışmış.

Seyit Lütfullah’ın tüm olumsuz özellikleri düşünüldüğünde, Tanpınar aslında Osmanlı’da birçok şeyin köhnemiş ve değiştirilmesi gerektiği konusunda Atatürk’ün modernleşme projesiyle hemfikir.

Doğu-Batı Etkisi

Tanpınar’ın edebi kişiliği Doğu-Batı ikiliğinden etkilenmiş.

Tahir Alangu diyor ki “Ondaki batı etkileri daha sonradan eğitimle gelmiş ama doğu etkileri hayatının daha ilk basamaklarında, doğrudan doğruya yaşama çevresinden gelmiş ve kişiliğine damgasını basacak kadar güçlü olmuş, hayatına işleyip onu derinliğine niteleyen temel bir anlam taşımış.” Bu söz Tanpınar’ın batı etkisine açık bir yazar olduğunu gösteriyor. Aynı zamanda Tanpınar Huzur’da “Debussy’i, Wagner’i sevmek ve Mahur Besteyi yaşamak, bu bizim talihimizdi.” ve Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde “Hayata inanmak lazım Hayri Bey. Siz hayata değil Acemaşirana inanıyordunuz…” sözleri bu Doğu-Batı ikiliğini ortaya koyan sözler. Tanpınar, Mahur Beste’de (Eyyubi Bekir Ağa) “bütün insanlığı” , “Tanrı’yı” bulduğunu söyler. SAE’de iması yapılan hayat, batıyı temel alan bir hayat. Acemaşiran ise klasik Türk müziğinde kullanılan şet makamlarından birisi ve batı müziğinde karşılığı yok.

“Hayata değil, Acemaşiran’a inanıyorum”: Acemaşiran; modası geçmiş eski inançların bir simgesi. Huzur romanında da Acemaşiran’dan bahsediliyor demiştik. “Mümtaz için Nuran’ın yaşadığı ev, tıpkı Acemaşiran bestenin son beytinde anlattığı cennetti.” deniyor Huzur romanında. Dede Efendi’nin Acemaşiran Yürük Semai’sinin son beytindeki dizesi: “Tü be her kücâ ki bâşi büved an behişt-i mârâ (Sen neredeysen cennetimiz orasıdır)”… Dede Efendi ve bu beste A.H.Tanpınar için önemli. Tanpınar’a göre: “Dede’nin kartalı doğrudan doğruya güneşe kanat açar… Dede okumaz, çağırır. Bu çağrıda bulduğu şey, kendi yalnızlığımızdır.”

S.A.E.’de Halit Ayarcı, Hayri İrdal’a “Hayata inanmak lazım Hayri Bey. Siz hayata değil, Acemaşiran’a inanıyordunuz” demekle; “bir şey ne kadar yeniyse, o kadar iyidir” inancı taşıyor. Yeninin olduğu yerde başka bir meziyete gerek yok, onun için. Hayri İrdal, “…. denesem ne çıkar?..” diyerek batılılaşmış gibi davranmış ve çoğunluğa uyarak onlardan olmaya çalışmış. Ama içinde bulunduğu yeni dünyaya alışamamış. Oysaki bir gerçeği sahiplenen az diye, o gerçeği reddedemeyiz.

Sonuç

Tanpınar, ilerlemenin ancak kendi kültürümüzden ve benliğimizden kopmadan mümkün olabileceğini ileri sürüyor. Türkiye’deki ‘modernleşme hareketi’ni, sağlıklı olmadığı gerekçesiyle hicvediyor.

Yani merkezde zihniyet dünyası yer almakta ve bütün değişim tasarımları, bir tür domino etkisi gibi birbiri ile bağlantılı. Yani merkezde insanın eğitimi, sonra eğitimin getirmiş olduğu ahlak ve karakter, sonra bu bilinçle çalışan bireylerin iş ve görev bilincine sahip olduğu bir kurumsallaşma ve en sonunda gelen ekonomik sonuçlar ya da sonuçsuzluklar birbirini takip ediyor.

“Ağaç güneşte serpilir, fakat toprağın derinliklerindeki kökü ile beslenir. İnsanoğlu kendi ferdiyetini
bile ancak içinde yaşadığı cemiyetle idrak eder.”

A.H.T.

Öyleyse aydın, kendini bilmek/ben olmak için, yaşadığı toplumun değerlerini, iç dinamiklerini bilmek durumunda. Bilmeyenler, “öteki”nin değerlerini benimsemek zorunda kalır. O zaman aydın, bir saatin sarkacı gibi ortada sallanmaya yazgılı olur.

Ahmet Hamdi Tanpınar (1901-1962)

Ülkesini ve dünyayı derinden sarsan olayların olduğu bir dönemde yaşamış. İstibdat dönemi (1978-1908…. Bu dönem, I. ve II. Meşrutiyet arası- II. Abdülhamit’in padişah olduğu, basın da dahil baskı ve sınırlama dönemi), 1908 Devrimi, Balkan Savaşları, I. Dünya Savaşı, Milli Mücadele, Cumhuriyet’in ilanı, II. Dünya Savaşı, 1960 İhtilali… Babası Hüseyin Fikri Efendi, tıpkı İsmail Molla gibi kadı olduğu için, onun görevi gereği çocukluğu Ergani Madeni, Sinop, Siirt, Kerkük ve Antalya’da geçmiş.

Gelecekte tüm kadın ilişkilerinde kendini ‘ırak’ bulmasına sebep olan annesi Nesime Bahriye Hanım’ı Kerkük’te kaybediyor. Babası ile doğaları çok farklı. Babası da ölünce aile sorumluluğu ona kalıyor. Yahya Kemal Beyatlı’nın da büyük katkılarıyla kendi hislerini, tarihini ve sosyal gerçekleri felsefi duyarlılıkla sezmeye başlıyor.

Fakültedeki arkadaşlarıyla Yahya Kemal’in önderliğindeki Dergah Dergisi’nde yazılar yazıyor. Dergah, Osmanlı ile Cumhuriyet arası kültürel bir geçiş evresi olarak değerlendirilebilir. Zamanla Dergah’tan kopuyor ama hiçbir çevrenin ne tam olarak içinde olabilmiş ne de dışında kalabilmiş. 1939’da İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tanzimat Edebiyatı Kürsüsü’nün başına getirilir. Dergah Dergisi etrafında birlikte hareket ettiği arkadaşlarının da yer aldığı Cumhuriyet Halk Partisi’nden milletvekili seçilir, neredeyse tarafsıza yakın bir politika izler, ama bu ortam içinde de birçok kişi ile anlaşamaz. İlerleyen zamanlarda akademik çalışmalarına geri döner Tanpınar, sadece entelektüel ve yalnız başına.

Yıllar sonra yayınevleri ve okuyucunun Tanpınar’a ilgisinin nedenleri:

  1. Tanpınar’ın doğumunun yüzüncü yılına yaklaşılması,
  2. Orhan Pamuk’un Tanpınar’ı ve romanlarını değerli gördüğünü ifade etmesi,
  3. 1998 yılında yapılan “En Çok Oy Alan Yazarlar” anketinde (Kitaplık Dergisi-Yapı Kredi’nin edebiyat dergisi), Tanpınar’ın 2. sırada olması,
  4. Öğrencisi Mehmet Kaplan’ın, Tanpınar’ın eserlerini toplaması, bulması ve düzenlenmesini sağlaması.

Aslında hep keşfedilme ve anlaşılma arzusu içinde olan Tanpınar, hayattayken bunu gerçekleştirecek okuyucu kitlesi ile karşılaşamamış. Tanpınar’ın döneminde görülen ve zamanla belirginleşen kutuplaşma, Tanpınar’ın okurlar tarafından fark edilmesini sağlamış.

Kaynaklar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir