Babil Kulesi Kitabı, yazarın ilk kurgu dışı kitabı. Bir dilbilim ya da dilbilgisi kitabı değil. Kelimelere ve onların kökenlerine meraklılar için bir “popüler kültür” kitabı. Mahir Ünsal Eriş’in dil öğrenme maceralarından kalan izler üzerinden, kelimelerin değişimi, dönüşümü üzerine gözlem notları. Günlük yaşamımızda öylesine söylediğimiz kelimelerin dillerle kurduğu ilişkiler hakkında öyküler anlatıyor. Kelimeler ve algılarımız arasında geziniyor, çıkarımlarıyla adeta zihnimizi genişletiyor.

Okumak, yazmayı öğretmekten çok yazmaya heves eden insana haddini öğretir.

Mahir Ünsal Eriş

Mahir Ünsal Eriş, belli ki bu kitabı yazarken eğlenerek yazmış. Kitap kendi dünyasına okuyucuyu da çekiyor. Kitabı okurken diller ve dillerin maceraları hakkında sohbet edermiş gibi kitabı okuyorsunuz. Kitap bittiğinde ise bunun devamı da olmalı hissi ile kitabı kapatıyorsunuz. Neyse ki Mahir Ünsal Eriş, söyleşilerinde bu kitabın devamının gelebileceği sinyalini veriyor.

Babil Kulesi kitabı nasıl çıktı?

Yıllar önce Agos Gazetesi’nin kitap ekine dil ve etimoloji yazıları yazmış. O yazıların adı Babil Kulesi yazılarıymış. Yıllarca bu yazıları bir kitap yapmayı hayal etmiş, olmamış. Benzer temayla bir kitap yazınca da ona bu adı vermek istemiş.

Güçlü bir anlatma iştahı var Mahir Ünsal Eriş’in.  Hayatın kıyısında köşesinde kalmış anları bir koleksiyoner hassasiyetiyle toplamış adeta. Küçük şeyleri ıskalamıyor hiç.  Doğallığına, naifliğine dokunmuyor hayatın. Köpürtmüyor hiçbir şeyi.  Kimseyi etkilemeye çalışmıyor. Basit olanın gücünü iyi kullanıyor. “İnsanların kederli olmayı çok sevdiği yıllar”ı anlatıyor; “her şeye sinmiş bir Maltepe sigarası kokusu, bir ucuzluk, bir pazardan alınmışlık, bir muşambalık.” Günün çocuklar için ezan okununca bittiği, salondaki çekyatta oturup harita metottan yapılan dünya kupası albümüne sakızdan çıkan futbolcuların yapıştırıldığı, terliklerden araba yapıp halının deseninde yürütüldüğü, Beşiktaş’ın en büyük olduğu, evde bangır bangır Ferdi çalan zamanlar...”

Melisa Kesmez

Mahir Ünsal Eriş (1980-)

1980 Çanakkale doğumlu. “İşçi bir baba, ev emekçisi annem, dört yaş küçük kardeşimle peynir kalıbı gibi bir aileydik” diyor. Çocukluk yıllarını Bandırma ve Erdek’te geçirmiş. Kendi ifadesiyle, “ülke geneline göre daha mutlu yerlerde” büyümüş. Eserlerinde de mekân olarak çoğunlukla çocukluğunun geçtiği Bandırma’yı seçmiş. Edebiyat kanına girmeden önce hayalinde çöpçü olmak varmış. “Çünkü eskiden damperli kamyonun kasasında bir adam dikilir, aşağıdakiler de yol kenarından aldıkları çöp poşetlerini o adama atarlardı. O adam olmayı çok görkemli bulurdum, olmak isterdim.”

Yerinde pek duramayan ve kitaplara meraklı bir çocukmuş. “Ben meraklı bir çocuk olarak büyüdüm. Dünyayı hep çok merak ettim. Hala beni hayata bağlayan en büyük motivasyon kaynaklarımdan biridir merak. Bir şeyi öğrenmeyi, bilmekten daha çok severim” diyor. 

Öğrendiği ilk yabancı dil İngilizce olmuş. Daha ilkokula başlamadan, babası İngilizceyi öğretmeye başlamış. Belleğine yeni diller katmaya çalışmaktan vazgeçmemiş. Bir dil öğrenmeyi bulmaca çözmeye benzetiyor. Daha okuma yazmayı çözeli birkaç yıl olmuşken, babaannesinin bir komşusunun peşinden giderek, takvim yapraklarının arkalarına küçük notlar alarak Boşnakça öğrenmiş (Bu anı, “Olduğu Kadar Güzeldik” kitabında da geçiyor). Bu Boşnakça temeli üzerine sonradan kitap çevirisi yapacak seviyeye getirmiş.

Sergüzeşt

İlk okuduğu kitap Samipaşazade Sezai’nin Sergüzeşt’i. Öğretmen ödev vermiş. Herkesin sınıf kütüphanesinden bir kitap okuyup yazması gerekiyormuş. Herkes kapışınca ona Sergüzeşt kalmış. “Bir çocuk için okuması çok zor bir kitap; sadece dili değil, duygu dünyası açısından da zor bir kitaptı. Ama benim kitabın ne kadar büyülü bir dünya olabileceğine dair fikrimi değiştiren, dönüştüren bir kitap olmuştur.”

Kitaplar sayesinde kendi sosyal çevremin cevaplayamayacağı birçok şeyi cevaplandırabileceğimi öğrendiğimde kitabın hayattaki birçok şeyden daha büyülü bir şey olduğunu fark ettim; hep kitabı aradım buldum…. Evlerde çok kitap olan bir dönem değildi. Fakat şansım şu ki çok ansiklopedi vardı. Çok ansiklopedi okuma şansım oldu. O da dünyamı çok değiştirdi.”

“İstediği bir kişinin hayatını bir gün yaşayabilse bu kim olurdu?” sorusuna “Oğlumun” diye cevap veriyor (38 yaşında baba olmuş, oğlu 2018 doğumlu). “Tüm çevrenizi seçme özgürlüğüne sahip olsanız, nasıl özellikleri olan insanları seçerdiniz?” dendiğinde, “Bu özgürlüğe sahip olabilmek için çok çaba harcadım, çok insan gücendirdim. Şimdi sahibim” diyor. Futbolla yakından ilgili. Hatta bir dönem, futbol yazarlığı yapmış, Gençlerbirliği’nin onun hayatındaki yeri ayrı.

Trakya Üniversitesi Grafik Bölümü’nün ardından Ankara Üniversitesi Arkeoloji Bölümü’nde lisans eğitimini tamamlamış. 9 yıl Kültür Bakanlığı’nda arkeolog olarak çalışmış. Uzun yıllar çevirmenlik yapmış. Yüksek lisansa başvurmaktaki niyeti, Türkiye Yahudilerinin modernleşmesini çalışmakmış. Bu konuda yüksek lisans tezini Bilkent Üniversitesinde yazdıktan sonra, doktorada çalışmak istediği konu ‘Türkiye Yahudilerinde Türk Milliyetçiliği’ olmuş. Ankara Üniversitesi Arkeoloji Bölümü’nde tarih doktorasına başlamış.  Bu sürede akademik emelleri için bilimsel makaleler yazmış, sempozyumlarda sunmuş.

Yazmak, huzuru bulabildiğim, tek başıma kalabalık olabildiğim, geçmişe-geleceğe-herkese erişebildiğim bir şey. Gerçi marangozluğa daha hevesliyim” diyor. “Marangoz olabilsem, bir satır yazmak bile aklıma gelmez. Bir marangoz atölyem olsa, ağaçtan daha güzellerini yazarım.” diyecek kadar düşkün marangozluğa. Kendine kitaplık, masa; oğluna bir küçük gitar, kemençe, cura gibi müzik aletleri de yapmış.

Edebiyata ilgisi başta okur düzeyinde olmuş. Yazmak, biraz sıkıntıdan doğmuş onun için. Sonra 30 yaşında bir blog açıp, yazdıklarını oraya koymaya başlamış, adı “Babamın Okumayacağı Şeyler”. Sonradan yazdıkları kitaplaşmış. İlk kitabı 2012’de “Bangır Bangır Ferdi Çalıyor Evde”. Bu kitaptaki öyküler, blog’da yer alacak diye kısa yazılmış.  İlk yazdığı kitaplar, ergenliği ile hesaplaştığı kitaplar… Kendisi de bu ilk kitapları için diyor ki “Kendimi ergenlikte tuttuğum günlüklerimi okurmuş gibi hissediyorum.”

Sait Faik Hikâye Ödülü

İkinci kitabı “Olduğu Kadar Güzeldik (2013)” ile 2014 60. Sait Faik Hikâye Ödülü’nü aldı. Jüri üyeleri arasında Doğan Hızlan, Jale Parla ve Murat Gülsoy’un da bulunduğu ödülün açıklaması şu şekilde: “Gündelik yaşamın içindeki sıradan insanın zayıflıklarını ve güçlü yanlarını gerçekçi ve vicdanlı bir dille anlatmaktaki ustalığı nedeniyle” Eriş’e ödül verildi. Doğan Hızlan ödül töreninde şöyle demiş: “Nasıl Sait Faik Burgazada’nın, balıkçıların, yoksulların, küçük insanların öyküsünü yazdıysa; ödül kazanan Eriş de Bandırma’nın öyküsünü yazdı. Onun için ben onlar arasında ruh akrabalığı da görüyorum.” Bandırma ile ilgili hikayeler anlatma konusunda Mahir Ünsal Eriş diyor ki “Oradan akan bir testiyim ve içinden akan her damla suya biraz oranın tadını veriyorum.”

Dünya Bu Kadar

İlk romanı 2015 yılında çıkan Dünya Bu Kadar. Yazdığı kitaplar içinde onu en çok heyecanlandıran, içine en çok sinen kitabı “Dünya Bu Kadar” olmuş (Bu sözü 2017’de söylüyor). Dünya Bu Kadar’da kurduğu evren, onun öykü dünyasıyla sıkı sıkıya bağlantılı. Bu evreni ilmek ilmek dokumuş. Öykü uçlarını hiç de umulmayan yerlerden birbirlerine teyellemiş ve kocaman bir dünya yaratmış Mahir Ünsal Eriş. Sevgi Soysal’ı anma, sevgi ile yüceltme adına, onun “Yenişehir’de Bir Öğle Vakti” kitabına bir gönderme olarak Dünya Bu Kadar romanı da bir ikindi vakti başlıyor; öğle vaktinden sonra, ikindi vakti düşüncesiyle. Ayrıca burada kitap içinde akışı bozmadan cümleler içinde geçen 40’tan fazla Türk öykü ve roman ismi geçiyor: Huzur (Ahmet Hamdi Tanpınar), Yenişehir’de Bir Öğle Vakti (Sevgi Soysal), Boz Bulanık (Ferit Edgü), Yaban (Yakup Kadri Karaosmanoğlu), Başka Bir Yerde (Selçuk Demirel) vb. Hem öykü hem roman yazmayı seviyor ama roman yazmayı daha heyecanlı buluyor. 

Gaip’te yer alan, Dünya Bu Kadar kitabını okuyan bir karakterine şunları söyletiyor: “Beklediğimden güzel çıktı. Ben çok karakter var diye hoşlanmamıştım ama aslında o karakterler romanın asıl hikayesini anlatmak için yazılmışlar… Bu karakterlerin hiçbiri aklında kalmasa bile önemli değil, önemli olan orada anlatılan asıl hikaye. Bir hikaye çatısı var ve o çatıyı oluşturmak için yaratılmış bir sürü gerekli gereksiz karakter.  Asıl karakterler de var tabi, ama kimse başrolde değil. Belki deprem. Deprem başrolde olabilir. Bir de define haritası.

Yazarlığa Geçişi

15 yıllık devlet memurluğunu 4. kitabı “Benim Adım Feridun (2016)”dan sonra bırakıp, tamamen yazılarını yazmaya başlıyor. Benim Adım Feridun, Çağan Irmak tarafından sinemaya da uyarlanıyor.

Öbürküler serisi bir üçleme kitap serisi. Öbürküler (2017), 1964’te geçiyor; Diğerleri (2020), 1976’da geçiyor. İki kitabın içinde de Nazım Hikmet’in Memleketimden İnsan Manzaraları kitabından epigraflar bulunuyor. Öbürküler üçlemesinin 2. kitabı olan “Diğerleri”, “Kemal Tahir’in kıymetli hatırasına” ithaf edilmiş (Mahir Ünsal Eriş de tıpkı Ahmet Büke gibi 1950 kuşağı yazarlarından etkilenmiş bir yazardır diyebiliriz; toplumcu gerçekçi, inatçı; yazılarındaki biçim yanında üslubu da koruyan). Ayrıca serinin 3. kitabının adı da Ötekiler (ya da Başkaları)olacak ve olaylar 1980’lerde geçecek.

2019’da Sarıyaz, Kara Yarısı çıkıyor. 2022’de Gaip ve bunun ikinci halkası 2023’te çıkan Acaip’le devam ediyor. Acaip’in ise en sevdiği metinlerden biri olduğunu söylüyor yazar. Gaip ve Acaip’te temel mesele, aile. Bu iki kitap için: “Dünyaya insanın aile ile meselesinin ancak ölüm ile kapanabileceğini, ailenin hayat boyu sırtımızda taşımak zorunda olduğumuz bir ağırlık olduğu gerçeğini söylemek için yazdım…. ona borçluyuz gibi bir şey” diyor. Bu kitaplar da bir üçleme olarak tasarlanmış: Gaip, Acaip ve ardından çıkacak olan 3. kitabının adı da Tekzip olacakmış ve son kitapla tüm hikaye tersten -Zeki karakteri tarafından- görülecekmiş. Mahir Ünsal Eriş’in ifadesiyle, Acaip ismi ise hem “y” harfi olmadan Gaip ile uyumlu hem de kelimenin esası aslında y harfi olmadan yazılıyormuş.

2023’te kurgu dışı kitapları Babil Kulesi Kitabı ve 30 Şahane Kelime yayımlanıyor. Mahir Ünsal Eriş bir süre daha kurgu dışı yazacakmış gibi görünüyor.

Kitaplarında hep hüzün var. Bunun için diyor ki “Çocukluğumdan beri neşeli görünmekle birlikte, aslında hep üzgünümdür. Yalnızken hep üzülecek bir şey bulurum. Soyut bir üzgünlük hali içindeyimdir. Mutsuz değilim, huzursuzum (Durumun İngilizcedeki karşılığıyla restless olduğunu söylüyor).  Çocukluktan, yaratılıştan huzursuzum.”

“Olduğu Kadar Güzeldik” kitabının en sonunda öykülerini, anne ve babası ona “Aferin!” desin diye yazdığını belirtmiş. Diyor ki: “Ben, annemle babamın beni okutmak, iş, güç, itibar kazandırmak için verdiği tam zamanlı mücadeleye layıkıyla cevap veremedim. O yüzden şimdi yaptığım her şeyden en ufak bir sevinç ve gurur duyduklarını hissetsem azıcık da olsa vicdanım okşanıyor.”Çocuğunu kucağına almayan, sevgisini göstermeyen bir nesilden gelen babası, genel olarak 40’lı hatta 50’li yaşlarına kadar çatık kaşlı biri olmuş, Gaip kitabındaki Salih Bey gibi. Ama Mahir Ünsal Eriş diyor ki, “Ben oğlumda tam tersini yapmaya çalışıyorum.” Yani oğlunun ve kendi duyarlılıklarının dengesini kurarak bir ilişki gözetmeye gayret ediyormuş.

29 yaşında geçirdiği bir hastalık sonucu, üniversite ve lisenin son yılları gibi bazı dönemlere ait anılarını hatırlamıyor. Ama çocukluk anılarını çok net ve ayrıntılı hatırlıyor. Bu sebeple çocukluk dönemi ve anıları onun için çok değerli ve yazdıkları çoğunlukla da çocukluk dönemine ait.

Dillere İlgisi

Çok sayıda dil biliyor. Ama bunun belli bir sayısal karşılığı olduğunu düşünmüyor. “Dil, anlaşıyorsanız dildir. Bir insanla, bir yazıyla, bir sesle anlaşılabildiğiniz sürece o dili dil olarak kabul edebiliriz. Bunun dışındaki tüm dilbilgisi, donuk bir ansiklopedik bilgi yığınıdır. Hangi dilleri konuşuyor, yazıyor, okuyor, dinliyor, anlıyorsanız dil odur. Anladığım bazı diller var benim de. Ama annemin evin içinde, çarşıda, pazarda konuştuğu dille kurduğum ilişki sanırım daha çok etkiliyordur yazmamı.”

Onu en çok etkileyen dil Arapça. “Kelimelerin türetilişi sürprizlerle, oyunlarla dolu; kullanışlı. Zekice kurulmuş bir dil” oluşundan dolayı. Konuşmayı en sevdiği dil ise Fransızca. Çünkü kolayına geliyormuş. “Fransızcayı çok erken öğrendiğim için yerleşmiş bende” diyor.

Nasıl yazıyor, çalışıyor?

Annelerin bir türlü ikna olamadığı, “bu dağınıklığın kendince bir düzeni var” dağınıklığında bir oda ve masada çalışıyor. Defterlere yazmayı çok seviyor; elle yazma hızı klavye ile yazma hızının daha altında kaldığı için, elle yazmanın daha düşünerek ve kontrollü yazmayı sağladığını düşünüyor. Bir de defterleri karalamayı pek sevmediği için yanlış yazmamak adına çok dikkatli yazarmış. Ancak her gün mutlaka yazmak için bilgisayar başına geçiyormuş. “Ben tembellerin en çalışkanıyım” diyor. “Bilgisayarla yazıyorum ben. Elde yazdıktan sonra onu bilgisayara geçirmek eziyet gibi geliyor. O yüzden doğrudan bilgisayarda yazıyorum. Ama çok tembelim ben. Temize çekileceğini bilsem kesin deftere yazardım. Bir de gece çalışabiliyorum. Herkes, evdeki, apartmandaki, karşı apartmandaki herkes uyuduktan sonra. Müzik dinleyemiyorum. Ama Flash Tv izlemeyi severim çalışırken”. “Kafamın içinde bir ses duyuyorum ve o sesin söylediklerini yazıyorum. Kurgu, karakter kafamda hazır olsa da o sesi duymadan yazmıyorum.” Her gün muhakkak okur ve yazarmış. İyi bir roman okumak ona genellikle çok ilham verirmiş.

İlham aramam. Yazdığım her şeyde büyüyen dünya, aslında benim içimde büyüyen bir dünya. Genellikle hikayelerim kafamın içinde başlayıp kafamın içinde biter. Bir yazı ve hikaye evrenim var.”….. “Ben bir öyküyü yazmaya oturmadan önce onu en az iki-üç hafta zihnimin içinde gezdiriyorum.   Sanki onu bana biri anlatmış gibi, günlerce düşünüyorum. İlk önce kendimi inandırıyorum onun olduğuna, bir başkasına anlatabileceğine. Ama hep, ilk ve son cümlesini bulmuş oluyorum;  belki bir takıntı.  Bu birkaç haftalık süre boyunca, o iki cümlenin arasında olan biteni düşünüp duruyorum. Tek satır not almıyorum bu sürede. Sonra başına oturuyorum öykünün, ilk cümleyi yazıyorum ve ‘kervan yolda düzülür’ deyip girişiyorum yazmaya. Karar verdiğim son cümleye gelene kadar iştahlı iştahlı anlatıyorum. Bittikten sonra hemen,  sevdiğim birine sesli okutuyorum.”

Sinema ile arası nasıl?

Sinemayla kötü ama filmle iyiymiş. Görsel ve işitsel uyaranların kuvveti, kötü etkilediği için sinemaya gidemiyormuş. “Ancak Nuri Bilge Ceylan filmlerine falan gidebiliyorum” diyor. Yeşilçam’a, siyah-beyaz yılların filmlerine müptelalığı kaygı verici boyutta imiş. Orada bize şeklen benzeyen insanların yaşadığı erişilmez uzaklıktaki bir gezegeni izliyor gibi hissediyormuş. Eski röportajlarında “Dünyanın en dibine denk geldi ömrümüz. Keşke kırk yıl daha önce doğmuş ve çoktan ölmüş olsaydım” diyor.

Onu etkileyen ilk kitap

Onu etkileyen ilk kitap Turgenyev’in “İlk aşk” romanı. Onun ifadeleriyle “Kitaptaki duygu yoğunluğu ve Turgenyev’in muazzam hikaye anlatıcılığı” ile okuduktan sonra, ben de “böyle yazmalıyım” diye düşünmeye başlamış.

Kitaplarını beğendiği yazarlar

Roberto Bolaño, Jean Echenoz ve Amélie Nothomb. Okuyuculara mutlaka okumalısınız dediği kitap Michel Zevaco’nun “Pardayanlar” kitabı. Onun başucu kitabı ise Kitâb-ı Mukaddes.

Hayatını değiştiren 3 kitap:  

1) Melih Cevdet Anday, Raziye. Çünkü Raziye, bir aşkı anlatmanın o en kadife halini gördüğüm kitaptır. Gördüğüm en güzel başlayan romanlardan biridir, “Sevdalanmaya gidiyormuşum meğer” diye başlar. Melih Cevdet’in o şair ruhunun insanlığa armağan ettiği müthiş romanıdır Raziye. 

2) Latife Tekin, Sevgili Arsız Ölüm. Diliyle, Türkçeye armağan ettiği müziği, ritmi ve ilerledikçe açılan hikâyesi, kimseye/hiçbir şeye benzemeyen aklıyla okurluğumu taçlandırmış bir kitap bu. Edebiyatla hemhal olmanın bir kentli alışkanlığı olmadığını bu dilin tüm konuşanlarının belleğine bir levha gibi çakmış, efsanelerin uğultusunu taşıyan bir şey. Sevgili Arsız Ölüm, kalemin çözünen pası.

3) Lermontov, Zamanımızın Bir Kahramanı. Peçorin, benim çocukluk/belki ilkgençlik zamanımın da bir kahramanıdır. Bambaşka bir adamdır. Lermontov’un gencecik, kısacık ömrüne sığdırabildiği tek roman olan Zamanımızın Bir Kahramanı, insanın iç dünyasını yansıtmakta epey mahir olan Rus romancıların da yolunu açmıştır. Lise sondayken set halinde aldığımız “Dünya Klasikleri” arasından çıkmıştı da, en incesi diye okumuştum.  Dünyaya, yazıya, hayata bakışıma vurduğu önemli damgaları olan bir kitaptır.  İyi ki bu kadar erken karşılaşmışım.

İlerisi için

Akademisyenlik zinhar, köşe belki, biraz elim rahatlarsa. Ama futbol yazmayı seviyorum ben, fırsat olması lazım. Kısmet. Ama öyküye romana ömür elverdikçe” diyor geçmiş röportajlarında. 2020’den beri çocuğu için İngiltere’de yaşıyor.

Bir kitabın ancak ve ancak dünyaya yeni bir şey söylemek için yazılması gerektiğine inanıyor.

Ufukta yazmak istedikleri

  1. Bir süre daha öykü, roman yok (2023). Babil Kulesi Kitabı’nın devamını “Kelime ve Kavramların Dilden Dile Yolculukları 2” şeklinde yazmak istiyor. Kitabın adı da “Tabletten Tablete” olacakmış.
  2. Çocukluk hayali: Çocuklar için bir ansiklopedi. 01 Adana’dan başlayıp illerin haritasının, tarihi eserlerin resimlerinin, bölgenin meşhur yemeğinin vb. yer aldığı bir iller ansiklopedisi.
  3. 30 Şahane Kelime kitabının devamı niteliğinde; 30 Şahane Kelime Daha, 30 Komik Kelime, 30 Acayip Kelime diye kitaplar yazarak seri haline getirmek istiyor.
  4. Podcast yaptığı arkadaşı Töre Sivrioğlu ile “Kim Bunlar” diye 5 kitaplık bir çocuk kitabı serisi yapıyorlar. Yazıları Mahir Ünsal Eriş yazıyor, resimleri Töre Sivrioğlu çiziyor.
  5. Halikarnas Balıkçısı Sözlüğü hazırlamak istiyor. Onun geçmişte kullandığı yerel ifadeler, denizcilik terimleri, eski Türkçe ifadeler gibi şimdi marjinalleşen kelimeler için. Bilgi Yayınevi’nden çıkabilir. 
  6. İlk okuduğu yazar olan Samipaşazade’nin tamamlayamadığı “Konak” romanının dilini ve hikayesini koruyarak, tamamen kendi kuracağı bir hikaye ile tamamlamak istiyor. Can Yayınları’ndan çıkabilir.
  7. Kurgu kitap olarak, iki-üç sene sonra bir roman yazabileceğini ve bu romanın da bir ‘aile romanı’ olacağını, burada 2-3 nesli anlatacağını belirtiyor (2023).

Mahir Ünsal Eriş’in Kitapları

  1. Bangır Bangır Ferdi Çalıyor Evde (2012)
  2. Olduğu Kadar Güzeldik (2013)
  3. Dünya Bu Kadar (2015)
  4. Benim Adım Feridun (2016)
  5. Öbürküler (2017)
  6. Kara Yarısı (2019) 
  7. Sarıyaz (2019)
  8. Diğerleri (2020)
  9. Gaip (2022)
  10. Babil Kulesi Kitabı (2023, Temmuz)
  11. 30 Şahane Kelime (2023, Ekim)
  12. Acaip (2023, Ekim)

Serilerin İleride Çıkacak Devam Kitapları

  • Ötekiler (ya da Başkaları)
  • Tekzip
  • Kelime ve Kavramların Dilden Dile Yolculukları 2 – “Tabletten Tablete”
  • 30 Şahane Kelime Daha, 30 Komik Kelime, 30 Acayip Kelime (olabilir).

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir