İnsan bir kere tek başına kalmaya görsün! Nerede olsa tek başınadır. Meydan savaşında bile…
Türkiye’nin ruhunu arayan adam…

Kemal Tahir

Kemal Tahir yeni edebiyatın kuruluş düşüncesinde, yeni romanın oluşmasında köşe taşı olmuş. İddiası olan bir yazar. Kemal Tahir kendisi için söylenecek ilk sözün, “Çöküntülü muhit içinde, kimseyi satmadan yaşadığı” olduğuna inanıyor. Türk romanını oluşturmak, kurmak istediğini açıkça söylüyor. Üç büyük tutkusu: Okumak, sohbet etmek ve romanlarını yazmak.

Esir Şehrin İnsanları, Kemal Tahir’in ikinci romanı. Kitap, 1953 yılında Yeni İstanbul gazetesinde tefrika ediliyor, 1956’da yayınlanıyor. Mütareke yıllarını, esir şehrin insanlarını, Anadolu’ya gitmeyenleri, gidemeyenleri, Kamil Bey özelinde Türk aydınını anlatıyor. Kayıtsız, çaresiz bir adamdan ülkesine ve halkına karşı sorumlu bir aydına doğru evriliyor Kamil Bey. Adalet Ağaoğlu’na göre, Kemal Tahir, bu kahramanına boşuna Kamil ismini vermemiş. Çünkü Kamil, Abdülhamit’in çok zengin paşalarından birinin oğlu olması nedeniyle Galatasaray’da, Oxford’da okumuş. Bundan dolayı kendini bilgili, en ‘kâmil’ biri saymakta. Onun Kamil Beylik’ten Millici Abi’ye dönüşüm yolculuğu bu kitap.

Esir Şehir Dizisi; Esir Şehrin İnsanları (1956), Esir Şehrin Mahpusu (1962) ve Yol Ayrımı (1971-yaşarken yayımlanan son romanı), roman kahramanı Kâmil Bey’in ve İttihatçıların, Birinci Dünya Savaşı sonrası içine düştükleri psikolojik ve sosyal problemlerin, yani İstiklal Savaşı öncesi ve sonrasının ortaya konduğu roman üçlemesi.

“1918’in İstanbullu Türk aydınları, ateş çöllerinden, kan sellerinden geçerek kendilerini çöküntü kıyameti içinde buldular. Devletlerini kaybediyorlar, karşı durulmaz bir hızla esirliğe doğru sürükleniyorlardı. İstanbul’un bu sivil aydınları, 1912’ye gelene kadar Kur’a askerliğine bile alınmamışlardı. İmparatorluğun azametli ordularının silahlarını bırakıp toptan yere serildiği umutsuz bir dönemde yedi düvele karşı davranmak zorunda kaldılar. Esir Şehrin İnsanları romanı, işte sivil kahramanların bu en umutsuz şartlar altında, çıplak elleriyle savaşı nasıl kabul ettiklerini gerçeklere dayanarak anlatıyor.”

Kemal Tahir

Esir Şehrin İnsanları romanını yazma nedenini Kemal Tahir şöyle açıklıyor:

“Üç tane kılkuyruk iftira edip de başıma çorap ördü diye, 1918’den 1938 senesine kadar yeniden bir vatan yaratmaya uğraşan, bunun için üç neslin yükünü cesaret ve feragatle omuzlayan Türk Milletini unutacak, onun bir ferdi ve yazıcısı olmakla iftihar etmeyecek değilim…”

Kemal Tahir; hayatı, her şeyi romanla düşünüyor. Kemal Tahir, romancı olarak Osmanlı’ya, Anadolu’ya ve Cumhuriyetin kuruluş sürecine yüzünü dönmüş; bu üçlü gerçeklik içinde yazıyor.

“Yüzünü tarihe dönerek toplumu anlamaya, çözümlemeye çalışıyordu.”

Feridun Andaç

Tanzimat Dönemi ve sonrasında edebiyat tarihimizde şöyle bir özellik var, Namık Kemal’den başlayarak “Kemal” adını taşıyanlar bizim için çok önemli: Gazi Mustafa Kemal, Kemal Tahir, Orhan Kemal, Mehmed Kemal, Yaşar Kemal, Behçet Kemal, Kemal Demirel, Suut Kemal, Yahya Kemal… Arkalarında önemli eserler bıraktılar.

Kemal Tahir (1910-1973) (İsmail Kemalettin Demir)

Haldun Taner’in “edebiyatçılar arasında, evine girip çıktığım, fikrini aldığım tek yazar” dediği yazar. Kemal Tahir, Cumhuriyetimiz kurulmadan önce savaşan bir dünyaya doğuyor. Hayatının ilk on yılı (1910-1920) ülkenin yedi cephede savaştığı yıllara denk düşüyor. Babası II. Abdülhamit’in yaveri (II. Abdülhamit’in özel marangozu Şebinkarahisarlı Yüzbaşı Tahir Bey). Annesi Yıldız Sarayı’nda yetişmiş Adapazarlı Nuriye Hanım (Saraydaki adıyla Hubser). İmparatorluğun son demlerinde bir bürokrasi çevresinde yetişiyor Kemal Tahir. Hayatının ikinci on yılı (1920-1930), İmparatorluğun dağılmasından sonra yerine kurulan yeni rejimin devrimlerinin gerçekleştirildiği yıllara rastlıyor, bir devrim çocuğu.

Babasının görevi nedeniyle eğitim hayatı farklı şehirlerde geçiyor. Galatasaray Lisesi’ne gidiyor. Geleneklerine bağlı bir ailede büyüyen Kemal Tahir’in Galatasaray Lisesi’ne başlaması, onun batı kültürüyle tanışmasında önemli bir rol oynuyor. Tahir bu yıllardan itibaren Ahmet Haşim ve Yahya Kemal gibi şairlerden etkilenerek şiir yazıyor. Okulda çok güzel tahrir çalışmaları yaparmış (kompozisyon-yazı). Öğretmeni çok beğendiği halde 10 üzerinden 9 verirmiş. Çünkü Kemal Tahir ağdalı Arapça, Farsça sözcükleri kullanmayıp konuşma Türkçesi ile yazarmış. Yine de bir puan yüksek almak için, düşük not almayı göze alarak sade Türkçeyi kullanmaktan vazgeçmemiş. 16 yaşında annesini kaybediyor (1926). Galatasaray Lisesi onuncu sınıfı terk etmek zorunda kalıyor. Ama Fransızcayı iyi öğreniyor.

Annesinin vefat etmesi ile evden de ayrılıyor ve hayata atılıyor. Kuyumcu çıraklığı, ambar memurluğu ve avukat katipliği yapıyor. İstanbul’un işgal edilişini, Kurtuluş Savaşı’nı ve yeni bir Cumhuriyet’in kuruluşunu görüyor. Tüm bunların insanlardaki yansımasına tanık oluyor. Hayatının üçüncü on yılı ise (1930-1940), rejimin yerleştiği ve Kemalist ideolojinin gerçekleştiği döneme denk düşüyor. Kemal Tahir bu yıllarda dönemin de etkisiyle heyecanlı, umutlu ve genç bir Kemalist. 20’li yaşlarının başında Bab-ı Ali’ye giriyor. Girdiği gazeteci çevresi akademisyen, edebiyatçı gibi dönemin aydın kesiminden insanlar. 1938’deki, donanmayı askeri isyana teşvik davasında, Nazım Hikmet’le birlikte hüküm giyiyor. Hayatının dördüncü on yılını (1938’den itibaren sayılırsa 12 yılını), yani beşte birini (1940-1950), hapishanelerde geçiriyor. Burada düşüncelerini gözden geçirip, ülkesini ve ülkesinin insanını tanımaya fırsat buluyor. Artık ülkesinin insanına ve tarihine, o güne kadar inandığı ideolojiye de (Marksizm) başka gözle ve çok farklı bir açıdan bakıyor, kendini bulmanın eşiğine gelmiş. Toplumu yeni baştan kurmakla sorumlu bilmiş kendini.

Annesinin ölümünden sonra bir daha hiç konuşmadığı babasını ise 1957 yılında, kendisinin doğduğu Beyazıt’taki konakta kaybediyor (İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nin karşı köşesine denk geliyormuş).

Vala Nureddin’in (Va-Nu) Nazım Hikmet’le ilgili yazdığı “Bu Dünyadan Nazım Geçti” kitabında geçen söyleşide, Kemal Tahir’e hayatını, anılarını yazıp yazmayacağını soruyor. Kemal Tahir ise anılarını zaten romanlarında anlattığını söylüyor. Mesela, Esir Şehrin Mahpusu’nda geçen hapishane aslında, Nazım Hikmet’le birlikte kaldığı İstanbul Tevkifhanesi. Ya da bir Mülkiyet Kalesi’ndeki baba, kendi babasına benzer ama ölümü aynı değil, Hür Şehrin İnsanları’nda gençliğini anlattığı ve birçok romanda geçen Murat da Kemal Tahir’in hayatından çok büyük izler taşıyor. Yani hayatını doğrudan vermemiş ama kurguya yerleştirmiş.

Eserleri

Hapishane döneminde çok okurmuş ve sarı defterine not alırmış. Cezaevinden çıktıktan sonra ölene kadar geçirdiği 23 yıl, Kemal Tahir’in önemli eserlerini ortaya çıkardığı zaman dilimi. 1973’e kadar, bir hikaye kitabı ve on dört roman yayınlamış. Ölümünden sonra bulunan beş romanı eşi ve yakınları tarafından yayınlanmış. Hepsi on üç büyük cilt tutan nehir romanları ile idare edenlerle idare edilenlerin (yani kentle köyün) tarih boyu yaşantılarını incelemiş.… Böylece Türk toplumunun Osmanlıdan bu yana bütün geçmişini kucaklayan dev bir anlatımı meydana getirmiş, ne yazık ki zamansız ölümü bu dev dizinin kimi önemli halkalarını işlemek fırsatını ona vermemiş.

Kent romanları:

  • Esir Şehrin İnsanları
  • Esir Şehrin Mahpusu
  • Yorgun Savaşçı
  • Kurt Kanunu
  • Yol Ayrımı

Köy romanları:

  • Sağırdere
  • Körduman
  • Rahmet Yolları Kesti
  • Yediçınar Yaylası
  • Köyün Kamburu
  • Kelleci Memet
  • Büyük Mal

Diğerleri:

  • Bozkırdaki Çekirdek: köy ve şehir romanları arasında bir bağlantı roman.
  • Devlet Ana: köy ve kentin hem kaynağını oluşturmakta hem de sorunlardan çıkış yolu göstermekte.

Arkasında tamamlayamadığı 5 romanı Damağası, Karılar Koğuşu, Namuscular, Bir Mülkiyet Kalesi ve Hür Şehrin İnsanları, eşi Semiha Hanım’ın çabasıyla daha sonra yayınlanmış.

Kemal Tahir’in, Türk köy edebiyatı için yeni bir soluk olduğu düşünülüyor. Çünkü o zamana kadar eserlerde Türk geleneği temel kaynak olarak alınmıyormuş. Fakat Kemal Tahir, bu eksikliğin farkında olmuş ve çalışmalarını bu eksikliğin giderilmesi yönünde sürdürmüş.

“Bir neslin yüz akıdır Kemal Tahir. Türk düşüncesine ufuklar açmıştır.”

Cemil Meriç

Yazılarında şöyle bir bölümleme yer alıyor:

  1. Osmanlı’nın kuruluşu
  2. İttihatçılık üzerine yazdığı romanlar
  3. Milli Mücadele romanları
  4. Köy romanları
  5. Cumhuriyet sonrası eserleri: “Bozkır’daki Çekirdek” gibi Köy Enstitüleri’ne eleştirel baktığı, ‘Rahmet Yolları Kesti’ gibi İnce Memed’e karşı yazdığı eşkıyalık meselesini ele aldığı romanları. İnce Memed’de ağalarla savaşan halkçı eşkıya tipi çiziliyor. Kemal Tahir böyle düşünmüyor. Ona göre eşkıya çıkarcı, kıyıcı ve pis.

Rahmet Yolları Kesti

Rahmet Yolları Kesti’de (1957) Uzun İskender ile eşkıya mitosunu eleştiriyor ve İnce Memed’e antitez yazdığını reddediyor: “Rahmet Yolları Kesti’yi İnce Memed’e karşılık olarak yazmadım. Bütün dünyada yarı aydınlar arasında meydana gelen yanlış anlamaya parmak basmak istedim. Yaşar, İnce Memed’i yarı aydınların tesiriyle yazdı. İnce Memed, fukara tek başına toprak reformu yapıyor. Hiç böyle bir şey olur mu? Şimdi Cumhurbaşkanı bile toprak reformunun ne demek olduğunu bilmiyor, kaldı ki o zaman İnce Memed toprak reformunu ne bilecek.”

Bir Mülkiyet Kalesi

“Bir Mülkiyet Kalesi” ölümünden sonra basılan eserleri arasında ayrı bir yere sahip.

  1. Kemal Tahir biyografisine çok önemli bir katkı sunuyor.
  2. Ölümünden sonra yayınlanan dosyalar arasında tamamlanmış olmaya en yakın olan eseri.
  3. En önemlisi, bu romanın 1890 sonrası Türkiye’nin yaşadığı süreci ayrıntılı bir biçimde ele alması, Birinci Dünya Savaşı ve Milli Mücadele’ye dair anlatımları ile “Yorgun Savaşçı”, “Esir Şehrin İnsanları” ve “Esir Şehrin Mahpusu” romanlarını önceleyerek bu romanlara zemin hazırlaması.

Devlet Ana

Devlet Ana romanı ile 1960’larda, Osmanlı’nın ilk zamanına gidiyor, bugünü açıklayabilmek amacıyla. Yazamadığı ama notlar alarak taslağını hazırladığı iki roman düşüncesi daha varmış. Bunlardan biri Topal Kasırga, bununla Timur’un 1402’de Osmanlıya vurduğu büyük darbe ile Osmanlının dağılması ve Çelebi Mehmet’in yeniden toparlamasıyla ikinci defa kuruluşunu anlatmak istemiş. Diğer roman düşüncesi de Batı Çıkmazı, bununla da Osmanlının batılılaşma serüvenini anlatmak istiyormuş. “Bu dünya imparatorluğunun hangi iç ve dış şartlar altında yıkıntıya doğru sürüklendiğini araştırmaya çalışıyorum. Bu romanın iki yıldan önce biteceğini sanmıyorum” diyor Kemal Tahir. Eğer bu iki romanı da yazabilseymiş, Osmanlının kuruluşundan, Cumhuriyet dönemine kadar olan dönemi konu alan büyük nehir roman dizisini tamamlayacakmış.

Osmanlı’nın kuruluşu ve o dönemdeki kültür ve sosyoloji hareketlerini işlediği Devlet Ana (1967) Türk Dil Kurumu Roman Ödülü’nü, Yorgun Savaşçı (1965) Yunus Nadi Roman Ödülü’nü kazanmış (1968). Hatta ödülünü almak için gazetede Nadir Nadi’nin yanına gelmiş, sohbet etmişler. Kemal Tahir gazeteden ayrılmış. Kemal Tahir’in yakın dostu Cemil Sait Barlas’ın oğlu Mehmet Barlas da o sıralar Cumhuriyet Gazetesi’ndeymiş, Kemal Tahir onun odasına da uğrayıp “Akşam ödülü kutlayalım” demiş. Nadir Nadi, Kemal Tahir gazeteden ayrılınca Mehmet Barlas’ın odasına gitmiş. “Biz bu ödülü Kemal Tahir’e verdik ama içimde kuşku oluştu, adam bizim savunduğumuz her şeye karşı. Biz hata mı yaptık acaba” demiş. Kemal Tahir Yorgun Savaşçı’da “Politize olmamış, vatan uğruna cepheden cepheye koşan subayları anlattım” der. Yorgun Savaşçı romanında yer alan Yüzbaşı Cemil’in arkadaşı olan ve Bekir Sami’nin de Yaveri olan Yüzbaşı Selahattin, aslında Dr. Cengiz Yurtoğlu’nun babası. Yurtoğlu romanı okuyunca, Cumhuriyet Gazetesi’nden İlhan Selçuk’u aramış ve Kemal Tahir’in babasını yazdığını ve babasının kendisine bıraktığı geniş hatıra defterini söylemiş. Böylece Yüzbaşı Selahattin’in Romanı ortaya çıkmış.

Kemal Tahir karakterleri

Kemal Tahir insanı, hep kapana kıstırılmış insan. Kemal Tahir’in, kişilerini öbür romancıların kişilerinden ayıran nitelik, onların, kendilerini saran, gitgide daralan bir çember içinde, ne yapacaklarını bilmez bir duruma düşmeleri, bocalamaları, bir çıkar yol bulamayarak, sonunda, kendilerini toplum-dışı yapan hareketlere başvurmak zorunda kalmaları.

Romancılığı

“Türkiye’nin en büyük romancısı olmak” hedefi ile yola çıkmış. Dostları, düşmanları şu nokta üzerinde birleşiyorlar: Kemal Tahir, romanı ve roman sorunlarını gerçekten iyi biliyor.

“Bütünüyle kurmaca, yüzde yüz gerçek”

Kurtuluş Kayalı, Kemal Tahir romanları için


Kemal Tahir’in romancılığa başlaması köy romanıyla olmuş (Sağırdere ve Körduman). Kemal Tahir’in Türk romanındaki yeri, köyü ele aldığı romanlarından tarih romanlarına geçtiğinde başlamış.

İlk romanı Sağırdere ile Varlık Roman Armağanı yarışmasına da katılıyor. Ancak burada Yaşar Kemal İnce Memed ile birinciliği alıyor, Sağırdere ise üçüncü oluyor. Dönemin büyük dergisi Akis, “Sağırdere Anadolu insanının kaderine eğilmiş bir yazarın eseridir. Varlık Roman Armağanı yarışmasında karşısına İnce Memed’in çıkması şanssızlık olmuştur” diye yazmış.

Kemal Tahir’in eserlerinde öne çıktığı nokta

Kemal Tahir, Batı romanının sözünü tükettiğini söyler. Türkiye’de tercüme kültüründen gelmiş aydın, Batı’nın bunalımından etkilenip söyleyecek söz bulamazken, Kemal Tahir kendi kaynağını kendi oluşturduğu için bu olumsuzluktan etkilenmez. Batı romanını aşmak gerekir, der.

“Anti-Batı roman” olarak da nitelendirilebilecek bir “Türk romanı” oluşturmak istemiş. Romanını, kişinin dramına değil, toplumun dramına dayandırmaya çalışmış. Bu yeni bir roman tekniği arayışı değil, yeni bir format arayışı. Kemal Tahir’in ilham aldığı Dostoyevski, “Rus toplumu, geçmiş olduğu tarihsel süreçler ve sosyo-ekonomik yapısı itibarıyla Batı toplumlarından farklı bir toplumdur. Bu nedenle bizim toplumumuzda henüz Batı’daki anlamda birey ortaya çıkmamıştır” demiş; ama Batı romanına alternatif bir “Rus romanı” oluşturmaya çalışmamış. Kişinin dramına karşı toplumun dramını ortaya koymamış. Aksi halde Suç ve Ceza, Karamazov Kardeşler ortaya çıkmazdı. Bu örneklerle “Dostoyevski, Kemal Tahir’in düştüğü hataya düşmemiştir” deniyor.

Kemal Tahir romanına getirilen eleştiri:

1. ” ‘Kişinin dramı’na karşı ‘toplumun dramı’nı ön plâna çıkardığı yapıtlarındaki roman kişileri, psikolojik derinlikleri olmayan, inandırıcılıktan yoksun karton karakterler olarak nitelendirilmiş. Ne var ki, roman kişilerinin zayıflığı yalnız Kemal Tahir romanının değil, bütün Türk romanının en önemli sorunlarından biridir” deniyor

Ona getirilen en büyük eleştiri ise;

2. Romanları tezli roman mıdır (Tezli roman = yazarın inandığını, ispat etmeye çalışan eser); yani romanları, düşüncelerinin gölgesinde mi kalmıştır? Romanlarında kimi zaman kahraman bir noktada uzun tiratlarla yarı akademik analizler ortaya koyuyor vb. Kemal Tahir ise düşüncenin roman yazmak için bir araç olarak kullanılabileceğini savunuyor. Tezli roman anlayışına karşı çıkmaz. Romancılık Kemal Tahir için bir meslek olmasına rağmen, kendisi aslında ‘düşünür’ olmak ister.

Yapılan eleştirilerden biri de,

3. Roman kişilerinin yerine kendisini koyması, toplumsal ya da tarihsel anlamları simgeleyecek birer karakter yaratmaktan uzak olması (Adalet Ağaoğlu, bu durum, romanlarımı yazarken bana bir uyarı oldu diyor).

Fethi Naci “Kemal Tahir sevgisizliğin yazarıdır” diyor. “Sait Faik ‘Sevmek’, bir insanı sevmekle başlar her şey’ demişti. Kemal Tahir ‘Sevmemek, insanları sevmemekle başlar her şey, der gibidir.” Örneğin Kemal Tahir’in Büyük Mal, Köyün Kamburu romanlarında bunlar, yani nefret, öç alma duyguları, insanların birbirlerini gammazlamaları, kadınlara yapılan kötülükler vb.

“İnsan olarak Kemal Tahir ne kadar sevgi dolu. Rahatsızlıklarına rağmen beni şefkatle karşıladılar. O sıralarda ne yaptığımı, neler yazdığımı sordular.”

“Ölmeye Yatmak diye bir roman yazıyorum; bitmek üzere” diye mırıldandım. Merakla: “Ne üstüne, nasıl bir şey?” dediler. Nedense, şöyle bir diklenerek: “Türkiye Cumhuriyeti’ni ameliyat masasına yatırdım; orasını burasını yoklayarak insanlarımızı nasıl olup da daralmaya, neredeyse psikolojik bir bunalmaya itmesinin teşhisine sıvanmış bulunuyorum,” dedim. O zaman gösterdiği ilgi nasıl büyük bir ilgiydi, anlatamam! Önündeki küçük masaya vura vura: “Bana bir kopyesini gönderir misiniz? Gönderin lütfen” dediler. “Yayınlayacak bir yer arıyorum efendim. Baştan sona yeniden gözden geçirdiğim şekliyle size kitabını gönderirim,” diyebildim. Ama kitabı yayınlayacak yer bulması 2 yılını almış… Kemal Tahir 1973’te vefat edince, ona gönderememiş. “Yanar yanar buna yanarım”

Kemal Tahir’i evinde ziyaret eden Adalet Ağaoğlu

Beğendiği romancılar

Kemal Tahir, rastladığı herkese ilk önce kitap okuyup okumadığını sorarmış. Yeni bir esere başlamadan önce, Cervantes, Balzac ve Faulkner okurmuş. Gerçek bir Faulkner hayranıymış. Cervantes’in “Don Kişot-Sanço Panza” ikilemini ise Kemal Tahir çoğu romanında, sosyal yergi anlamında kullanmış. Tolstoy’un romancılığını eleştiriyor. Dostoyevski ve Gogol’u özel bir yere koyuyor. “Tolstoy’un romanları karanlık ve hülyasız. Tolstoy’da gerçekler insancıl değil.”…

“Dostoyevski’nin karanlıkları ise, yaşadığımız dünyanın bildiğimiz karanlığı. Dostoyevski, insanın insana güvenini tazeleyen büyük yazarlardan.”… Gogol ise ona göre “Rus romanını ve dilini yaratan dahi sanatçı” Stendhal ve Zola’yı gerçekçi tarzları sebebi ile övüyor. “Stendhal, kişilerini oldukları gibi, sosyal veya edebî yönü ön plana çıkarmadan değerlendiren ilk romancı”. Zola için “Heyecanla düşünür ama soğukkanlılıkla yazar” diyor. Balzac’ı da realist romanın babası olarak değerlendiriyor. Türk romancıları üzerine az konuşurmuş. Yaşar Kemal’in dilini, anlatımını beğenirmiş. Reşat Nuri Güntekin’e büyük değer verirmiş.

Romancının sahip olması gereken iki özellik, Kemal Tahir’e göre:

  • Tarihçi olması
  • Sosyolog olması

Kemal Tahir, iyi bir roman yazabilmek için içinde bulunduğu toplumun iyi tanınması gerektiğine inanmış ve bir sosyolog, bir tarihçi gibi çalışmalar yapmış. Oysa onun devrindeki yazarlar çoğunlukla siyaset ve iktisadı seçmiş. Diğer yazarlarla arasındaki ayırım da buradan kaynaklanıyor olabilir.

Kemal Tahir için kabul edilecek bir görüş: Yazı, Türk toplum yapısına göre uyarlanmalı, Türk toplumunda onun tarihiyle birlikte yer bulmalı.

Türk edebiyatının eksiklikleri

“Biz Türk sanatçılar, üç şeye şiddetle muhtacız: Kültüre, sağlam bir dünya görüşüne; bu görüşün ışığında Türkiye’yi ve Türk insanını –Osmanlılıktan bugüne kadar- kendimizce anlamağa, tanımağa”.

Edebiyatımızdaki Batı gerçeğinin kendi gerçeğimiz olarak yansıtılmasını eleştirmiş. Edebiyatımızın da kendi gerçeklerimizden yola çıkılarak oluşturulmasını önermiş.

Yurt dışında basılan kitapları

Köyün Kamburu, Fransa’da yayınlanmış, çevirisini Nazım Hikmet’in eşi Münevver Ran yapmış (1958). Rusça ve Macarcada yayınlandığı söyleniyor ama bu kitaplara ulaşılamıyor. Boratav, bir röportajında “Batı’da okunan isimler arasında Kemal Tahir de var” diyor.

Özellikle Köyün Kamburu’nun dönemin Fransa’sında etki yarattığı söyleniyor. Kemal Tahir, tanınan bir yazar. 1961’de Esir Şehrin İnsanları, 1971’de Devlet Ana Derin Boğaz adıyla Rusçaya çevriliyor. Sovyet Yazarlar Birliği’nin davetlisi olarak Rusya’ya gidiyor (1968). Rusya’da belli bir süre etkinliklerde bulunuyor. Yurtdışında da tanınan bir yazar Kemal Tahir. Fakat Nazım Hikmet’e gösterilen ilginin Kemal Tahir’e gösterildiğini söylemek mümkün değil. Yazdıkları ile doğrudan Anadolu insanına ve bizim problem alanlarımıza odaklanmış bir yazar, bu nedenle yurt dışında çok fazla eseri çevrilmemiş.

“Sanat ne için?”

Sanat ne için? sorusunda dünya görüşünün de etkisiyle toplumun tarafını tutar.

“Sanat sanat için” sözü en az “zenginlik zenginlik için”, “akıl akıl için”, “ilim ilim için” sözü kadar saçmadır.

Hâlbuki sanat, sadece hayatı aksettirmekle kalmaz, onu izah da eder.

Kemal Tahir

Bir eserin muhakkak bir fikir barındırması gerektiğini manasız eser olamayacağını söyler.

Çalışma biçimi

Ahmet Mithat ve Hüseyin Rahmi’den sonra Türk edebiyatında en çok roman yazan yazarlar arasında sayılabilir. Çocukluk dönemi hariç, neredeyse her yıla bir kitap düşmüş. Sırrını şöyle açıklıyor: “Hayatım boyunca bir sistem dahilinde düşünmeye çalıştım. Sistemden ayrılmadım. Yazdıklarım bir rastlantının sonucunda değil, sistemli düşüncenin sonucunda bulunmuştur. Bundan ötürü doğrultumda yanlışa düşmedim; olaylar söylediklerimi doğruladı. El yordamıyla değil, bir sistem içinde düşünmelidir insan.” (Bu sözler aynı zamanda ölmeden önce katıldığı son sohbette söylediği sözler -İsmail Cem’in aktarımıyla)

Kemal Tahir günde 4 saat romanı yazmaya çalışır, günün geri kalan saatlerinde ise romanla ilgili araştırmalar, çalışmalar yaparmış. Yazacağı kitap için onlarca kitaba başvuran, okumalar yapıp yüzlerce sayfa not tutan titiz bir romancı. Haldun Taner, Kemal Tahir için “Karınca gibi çalışan bir romancıydı” diyor. Yazma konusunda bir tıkanıklık yaşadığı zaman Agatha Christie okurmuş. Kemal Tahir’in yazdığı Mayk Hammer’ler orijinalinden daha çok seviliyormuş. Kemal Tahir çevirisini yapıyor, bitiriyor. Ama çevrilecek bir kitap kalmayınca, Kemal Tahir New York haritasını açıyor ve sabaha kadar harita üzerinden yeni Mayk Hammer romanları yazıyormuş. 

Oğuz Atay

Oğuz Atay’a göre Kemal Tahir, edebiyatımızda, roman geleneği ile milli kültür geleneğinin birbirinden ayrı olduğu gerçeğinin farkına varmış tek romancı. Tahir’in getirdiği ‘yerlilik’ ve ‘ruh’ meselesine getirilen eleştirileri Oğuz Atay da çok ele almış. Oğuz Atay’ın “kültleşmesinin” nedeni ‘Türkiye’yi aramak’. Tutunamayanlar’ın sadece adı bile toplumun gevşek dokusunu, insanın dayanacak bir yer bulamamasını anlatıyor. Oğuz Atay, aynı zamanda Halit Refiğ’in yakın dostu. Halit Refiğ de Kemal Tahir’in senaryosunu yazdığı filmler çekmiş ve Kemal Tahir’e çok önem veriyor. 

Oğuz Atay ve Kemal Tahir romanları biçimsel olarak farklı ama onun Türk toplumunun ruhuna yönelik arayışları, Kemal Tahir ile benziyor. Türkiye’yi anlamaya Kemal Tahir’in gittiği yoldan gitmiş. Kurtuluş Kayalı buna, “Oğuz Atay metinlerinde Kemal Tahir gölgesi” diyor. Kemal Tahir için Türkiye’nin ruhunu arayan adam deniyor. Oğuz Atay ölmeseymiş, “Türkiye’nin Ruhu” adlı bir kitap yazacakmış.

  • Kemal Tahir, hangi türde yazı yazarsa yazsın,  mutlaka “kavramsal ve eleştirel bir düşünce yöntemi”ni tercih etmiş. Böylece, “Türkiye’nin ruhu”nu bulacağına inanmış.  Kemal Tahir’in bu inancı, kendisiyle sınırlı kalmamış. Kemal Tahir’den sonra “Türkiye’nin ruhu” kavramını en çok işleyen yazar Oğuz Atay olmuş. Kemal Tahir’in izinde olan sinema yönetmeni Halit Refiğ için de “Türkiye’nin ruhu” tabiri kullanılır.  Kısaca “Türkiye’nin ruhu” tabiri Kemal Tahir çizgisinde olan bütün yazarların adeta “hedeflerini” belirtir. Daha sonra onun yolunda olan pek çok yazar (Tahiriler)  “Türkiye’nin ruhu”nu bulmak için çaba sarf etmeye devam etmiş.

Kemal Tahir bizi taklitçiliğe kendini taklide değil, özgünlüğe götüren bir yolun sanatçısıdır.”

“Eski günlerin özlemini yaşayan Doğucular, Kemal Tahir’de boş yere kendi hayallerinin yansımalarını görmektedirler. Kemal Tahir ayrıca kendi kültürüne sahip çıkmak istediği için, elli altmış yıllık değil bütün kültürün mirasçısı olduğu için, Osmanlı hayranı olarak nitelendiriliyor. Ne olacak yani? Roman gibi derin imkanları olan bir sanat, elli yılın duvarları arasında kalacak. Merak edilmesin, Kemal Tahir roman geleneğini herkesten iyi biliyordu ve Kemal Tahir gibi, Osmanlı diye tanımlanmaktan korkmadan (aslında hiç aldırmadan) Türk kültürü üzerine gerçek bir yaklaşımla eğilmesini bilenler zengin kaynaklar bulacaklardır.”

Oğuz Atay

İdeali

Halka giderek halkın ruh zenginliğini bulup, aslında var olan Türk estetiğine ulaşmak. 

Cemil Meriç’e göre, Türkiye’nin ruhunu arayan bir aydın olan Kemal Tahir, aradığı bu ruhu ne yazık ki bulamamış. “Çoğu zaman bu ruhun çevresinde dolaşıp durmuş, bir türlü bulmak istememiş ama bu ruhun malzemeleri üzerinde hep çalışmış. Bu ruhun ürünlerini ve sonuçlarını son derece önemsemiş, dersler çıkarmak ve yeni sentezlere ulaşmak istemiş, zaman zaman da kavgasını vermiş.”

Modernleşme ve Doğu-Batı

Kemal Tahir eserleri bir bütün olarak değerlendirildiğinde, onun Türk modernleşme sürecini merkeze aldığı görülüyor. Kemal Tahir, Batılılaşmayla modernleşmeyi eş anlamlı görmüyor. Kemal Tahir’e göre batılılaşma, batılı olmayan bir toplumun batılı olmaya yeltenmesi hareketi ve kendinden vazgeçerek bir başka “şey” olmaya çabalaması. Batılılaşmaya karşı ama modernleşmeye karşı değil. Çünkü en nihayetinde fikirlerinin kaynağı Batı uygarlığı. 

Kemal Tahir’e göre, Türk toplumunun “Batı” ile münasebeti, “Batı” ile “Doğu” arasında bocalayan bir insan tipinin ortaya çıkmasına sebep olmuş.  Kemal Tahir bunu “iki gerçekli toplum” olarak adlandırıyor. Ona göre iki gerçekli toplum olmaktan en çok zarar gören yönümüz de sanatımız.

Bir toplum, bünyesinde batılılık çekirdeği olmadan batılılaşmaya çabalarsa, batılı adam yetiştiremez. Batılı adam yetiştirmeden batılılaşmak ise mümkün değildir.” Kemal Tahir

Doğu-Batı karşılaştırmasında iyi-kötü taraflarımızı ortaya koyup; yönümüzü, nereye gitmemiz gerektiğini savunmuş. Modernleşme noktasında ise Tanpınar’dan farklı. Tanpınar, hatta Orhan Pamuk, çok daha eleştirel romanlar vermiş. Kemal Tahir ise hiçbir romanında doğrudan modernleşmeyi söz konusu etmemiş. Kemal Tahir’deki toplumsal dönüşüm ve bunun eleştirisi Orhan Kemal’deki, hatta Peyami Safa’daki kadar bile değil.

Toplumcu gerçekçi Kemal Tahir, Batıyı barbar olarak niteleyip Osmanlı’yı savunan bir Marksist. Ama Marksizm’in mutlak doğruluğunu da eleştirmiş. Böyle olunca onu bir yere konumlandırmak kolay değil. Bu yüzden ne sol ne de sağ onu tümüyle kabullenebilmiş. Sola göre yeterince ve hakkıyla solcu değil, sağa göre ise din konusunda hassas değil. Ama her kesime kullanabileceği uygun düşünceler üretebilmiş. Bu yüzden Kemal Tahir her düşünceden insanın kendi düşüncesine dayanak bulabileceği, ancak hiç kimsenin tümüyle avucuna alamayacağı bir düşünür. Bu duruma adeta cevap niteliğinde diyor ki:

  • Sonuna kadar beni anlayan bir dünyada yaşamak belki de biraz tatsız olurdu.” Kemal Tahir

Kemal Tahir’in romanda “yerli olmak”, bu dünya görüşünü öne çıkararak yazmak gibi bir derdi var ve “yalın gerçekçilik” eğilimine sahip. En önemli özelliği, her konuyu yerli bir bakış açısından yorumlaması: tarihi, sosyolojiyi, dini, sosyalizmi… Bu topraklarda gördükleriyle, yaşadıklarıyla, buraya ait gerçeklerle pek çok şeyi göze alarak vicdanla, cesaretle yerli düşünceler, şahsi düşünceler ileri sürmüş. Tahir, bir tarihçi ve sosyolog gibi araştırarak “ulusal gerçeği roman malzemesi olarak” kullanmak istemiş.

Tarih Anlayışı

Kemal Tahir için tarih çok önemli. Hatta ismine Kemal Tahir yerine “Kemal Tarih” diye bir yakıştırma dahi yapılıyormuş. Bütün romanları tarihsel bir kimlik taşıyor. Kemal Tahir’e göre romancı, bir miktar tarihçi de olmak zorunda. Çünkü içinde bulunduğu toplumun meseleleri ile ilgilenen herkes er veya geç tarihe başvurur. Kemal Tahir’e göre,  “tarih”i bilmeyen kendini bilemez.  Kendini bilmeyen, içinde yaşadığı toplumu meydana getiren insanların özelliğini, yani cevherini bilemez. Gerçekçi yazar,  insanlarının çeşitli olaylar karşısında nasıl davranacaklarını, neden böyle davrandıklarını en az yanılgıyla kestirme gücünü tarihten alır.

Aşıkpaşa, Naima Tarihi, Cevdet Paşa tarihleri, Dede Korkut, Evliya Çelebi, Siyasetnameler, Kâbusnameler… Hep Kemal Tahir’in daima elinin altındaymış. Romanlarında, bu okumalarından ulaştığı sonuçlardan bahseder. Kemal Tahir bir arkeolog titizliğiyle tarihi kazmış, geçmişi aramış; aslında geleceği. Ona göre bugünkü sorunlara ancak tarih ışık tutabilir. Diyor ki:

Tarihini bilmek, onu ezberlemek, aklında tutmak, yeri geldikçe kullanmak demek değildir. Tarihini gerçekten bilmek, onu geleceğe doğru aşmak demektir. Yeni kuruluşlarla yeni anlayışlara geçerek, geleceğin zorunlu gidişinde insanın ödevini çıkarmaktır.” 

Bütün yazarlar, hele romancılar, dünyanın en büyük tarihçilerinin getirdikleri yorumları bile aşmak zorundadırlar.” 

  • Yazılarında tarihi-tarihle ilgili olanı yüceltme amacında değil; bunu yorumlayıp anlamaya çalışıyor. Kemal Tahir’e göre tarihsiz toplumların kesinlikle büyük edebiyatı olamaz. 

İlerlemeci bir tarih anlayışı var.  Ona göre insan, yeryüzündeki uzun tarihi içinde sürekli olarak ilerlemiş, bağrında yaşadığı doğa ile mücadele halinde kendini geliştirmiş, doğa ile mücadele ederken bir yandan da kendi insani dünyasını inşa etmiş. İçinde insanın kendini geliştirdiği tarih süreci, aynı zamanda medeniyetlerin oluştuğu bir süreç.

Kemal Tahir, “Siz benim geçmişi aradığımı sanıyorsunuz ama yanılıyorsunuz, ben sizin geleceğinizi aramaktayım, yer altında” der Yorgun Savaşçı kitabında. Meşrutiyetten sonraki bocalama dönemini anlattığı bu kitapta sorduğu soruların cevabı, bugün verilebilmiş değil.

ATÜT (Asya Tipi Üretim Tarzı)

Kemal Tahir’in üzerinde çalıştığı bir konu. Osmanlı’yı bir ATÜT devleti olarak nitelemiş. ATÜT,  Karl Marx tarafından 1850’lerde geliştirilmiş bir teori. Belirgin özellikleri:

  • Toprak mülkiyetinin devlette olması
  • Ekonominin temelde tarım ve el sanatlarıyla uğraşan köy topluluklarına dayanması

ATÜT’de kentlerin ekonomik hayatta büyük bir rolü yok. Köylüler toprağın mülkiyetine değil, tasarruf hakkına sahip. Üretilen ürünün köylünün ihtiyacından fazla olan kısmına devlet el koyar. Kamu işleri, merkezi hükümetin işidir. Üretimin gerçekleşmesi, bayındırlık, güvenlik merkezi yönetime bağlıdır. ATÜT’de sermaye birikimi olmaz. Çünkü sermaye birikimi istimlak edilir (Çin, Hindistan). 

Avrupa, Japonya’da ise toprak beyleri, kendi denetimlerindeki bölgede toprağın sahibidir, kralın yetkilerini taşır ancak kendi yönetir. Sermaye miras yolu ile kalabilir. Bu üretim yapısı da kapitalizmin gelişmesine yol açmıştır ve kapitalist üretim süreci bu yapı içerisinde meydana gelmiştir.

Kemal Tahir Osmanlı’daki üretim tarzının Batı’daki üretim tarzına (Feodalizm), özel mülkiyete dayalı sisteme benzemediğini düşünür. Kemal Tahir, üretim tarzından yola çıkarak Anadolu Türk toplumunun tarihsel gerçeklerini temelden açıklayacak bir teorik zemine ulaşmak istemekte. Bu nedenle 1960’lı yıllarda ATÜT konusu üzerine yoğunlaşmış. Kemal Tahir Osmanlı toplumu üzerinde Marx’ın yapmadığı incelemeleri, onun ATÜT açıklamalarından yola çıkarak yapmaya çalışmış. Bazı uyuşmazlıklar görünce –genel kölelik, doğu despotizmi- bunları eleştirerek kendi görüşlerini ortaya koymuş. Ona göre Osmanlı, klasik ATÜT düzeninden uzaklaşarak kendine özgü bir gelişim göstermiş, farklılaşmış –onun deyimiyle bozuk!- bir ATÜT devletidir. Bu değişiklikleri rönesans ve reform olarak niteler.

Atatürk

Kemal Tahir, çağının hemen her genci gibi samimi bir Atatürkçü. Sevgilisine verdiği Mustafa Kemal’in fotoğrafının arkasına, “Kendini güçsüz ve umutsuz bulduğun zamanlar bu resme bak, güçleneceksin, biz böyle yapıyoruz” yazacak kadar… “Biz o yıllarda Komünisttik(!) ama, Atatürkçü idik de!… Atatürk devrimlerinin bekçiliğini kimseye kaptırmazdık. Atatürk’ün aleyhinde konuşanın ağzını yamultabilirdim!… En sevgili arkadaşım Ertuğrul Şevket, Atatürk’ün partisi CHP’nin karşısında kurulan Serbest Fırka’ya girdi diye, Aksaray yangın yerinde -en sevgili arkadaşımla- sabaha kadar yumruklaştık; az kaldı ki birimiz öle!… Böylesine bir Atatürk tutkusu vardı bende…

Yalnız sonradan Kemal Tahir, çoğu toplumcu gerçekçi yazarın aksine, Batılı düşünceyi ve yaşamı esas aldığı gerekçesiyle Atatürk devrimlerini eleştirmiş. Kemal Tahir, olacaksa dahi reformların Batılı yaşam üzerinden değil, toplumun hassasiyetleri göz önünde bulundurularak Doğu kimliği üzerinden yapılmasını savunmuş.

Hapse atılması

Evimde sosyalizme ait Fransızca kitaplar bulundu. Kardeşim Nuri Tahir o sıralar gedikli üst çavuş idi. Bunun aracılığıyla donanmadaki erbaşlara, Sabahattin Ali’nin hikâye kitaplarını propaganda için yolladığım ileri sürüldü. Yalandı. Fakat iki tanık uyduruldu… Bunlar sorguda kardeşim aracılığı ile kitap yolladığımı söylediler… Bahriyeliydiler ve hafta başı izinli çıktıkları zaman bana geliyorlar, benim kitaplığımdan seçtikleri kitapları, yenileriyle değiştiriyorlardı. Çoğu zaman hangi kitapları aldıklarını bile bilmezdim. Ben, okuryazarlığa sıvanmış bir delikanlı olduğum için, kitaplığımda Atsız’ın kitapları da vardı. Nâzım ve Sabahattin Ali’nin kitapları da… Derken bir gün tutuklandım… Beni de Nâzım’ı da Yavuz’a götürüp kapadılar. Küçücük bir hücrede yaşıyor, sorguya götürülüp getiriliyorduk. O zaman suçumun kitap vermek olduğunu öğrendim! Kitap vermek suç olunca, gerisi sorulmaz. Kaderime katlanmak zorundaydım!” 15 sene ceza veriliyor. 27 yaşında hapse giriyor, genel af olduğunda 40 yaşında Nazım Hikmet’le birlikte hapisten çıkıyor.

Nazım Hikmet

Kemal Tahir’in Nazım Hikmet’le yollarının kesişmesi gazetecilik dönemine denk geliyor, hapishane yıllarından önce. Kemal Tahir, “Namık Kemal İçin Diyorlar ki”  isimli, zamanın yazar ve düşünürleriyle yaptığı röportajlardan oluşan bir broşür çıkarıyor (1936); bu Nazım Hikmet ile ilişkisinden kaynaklı bir eser. Kemal Tahir’in arkadaşı Hulusi Dosdoğru’ya göre, Kemal Tahir’in düşünce yapısı bakımından renksiz geçen ilk Babıali yıllarından sonra, sosyal, ekonomik ve kültürel bakımdan yazılarının kişilik kazandığı dönem Nazım Hikmet ile tanışmasından sonra olur. Bu dönemde Kemal Tahir üzerinde Nazım Hikmet’in ağırlıklı etkisi var, der. Ama sonraki yıllar da genel olarak değerlendirildiğinde, aralarındaki ilişkiyi usta-çırak değil, duygu ve düşüncelerini paylaşan ağabey-kardeş şeklinde değerlendirmek daha doğru olur.

Kemal Tahir, şiirle yazı hayatına başlamış ve Nazım Hikmet Kemal Tahir’in şiirlerini incelemiş. Onun nesir tarafının kuvvetli olduğunu keşfettiği için, onu roman yazmaya teşvik etmiş. Aslında Kemal Tahir’in gençliğindeki biricik hedefi şair olmakmış. 1940 yılında bundan vazgeçmiş, roman yazmaya karar vermiş. Hatta Nazım Hikmet şiir de yazmaya devam etmesini istemiş. 1941 yılında Nazım Hikmet yazdığı mektupta: “Kemal, şiirin çok güzeldi. Şiir yazmamakla eşeklik –affedersin- ediyorsun” diyerek onu şiiri bırakmaktan vazgeçirmeye çalışmış. Kemal Tahir ise, şiiri bırakmış, çünkü şiirde Nâzım’ı aşmaya olanak yokmuş.

İkisi birlikte Kableltarih (tarih öncesi) adlı bir roman yazmaya başlamışlar. Ama daha sonra Nazım Hikmet Bursa Cezaevi’ne gidince, 100 sayfası yazılmış olan bu ortak roman yarım kalmış.

Kemal Tahir, hapishane arkadaşı Nazım Hikmet’le tartışacak çokça zaman bulmuş, sosyalizm hakkında derinlemesine bilgi sahibi olmuş. Her ne kadar Kemal Tahir ile Nazım Hikmet görüş ayrılığına düşse de dostlukları daimi olmuş. Öyle ki, Kemal Tahir ömrünün son yıllarına kadar Nazım Hikmet’le görüşmüş ve onun fikirlerini dikkate almış.

  • Kemal Tahir’e yönelik “köyü-köylüyü görmeden nasıl köy romanı yazabilir” eleştirisi yapılmış. Kemal Tahir ise buna Nazım Hikmet ile mektuplaşmalarında, Nazım Hikmet’in romancılıkta kullandığı bir örnek ile cevap veriyor. Nazım Hikmet tıp-hasta ilişkisini, yaşanmışlık-yazarlık ilişkisiyle bağdaştırıyor. Diyor ki, ‘Nasıl hasta ıstırap çeker, fakat hastalığı doktor bilir ve tedavi eder’: “Romancılık da böyledir. Meselâ hapishaneye ait bir roman yazmak için sadece hapiste yatmak kâfi değildir. Kâfi gelseydi on, on beş sene yatan katillerin hepsi romancı olurdu” Kemal Tahir köy romanı yazma işini, Nazım Hikmet’in telkinleri doğrultusunda ele alır.

Namık Kemal

1930’lu yıllarda özellikle üniversiteli öğrenciler arasında Namık Kemal’e karşı yoğun bir ilgi oluşmaya başlamış. Anma törenleri düzenlenmiş, gazetelere demeçler verilmiş. Namık Kemal’in gördüğü bu ilgiye edebiyat dünyası da kayıtsız kalmamış. Başta Peyami Safa ve Milli Türk Talebe Birliği, Namık Kemal’in el üstünde tutulmasından hayli hoşnut. Ancak diğer yandan Nâzım Hikmet ve Kerim Sadi gibi sol kanattan isimler, bu gençlerin daha önemli konulara ve esas olarak da “hürriyetperverlere” ilgi göstermesi gerektiğini konusunda hemfikir.

Namık Kemal’in vatan, millet, hürriyet konusunda ortaya koyduğu coşku ve heyecanın Milli Mücadele ve ulus-inşa sürecinde oldukça etkili olduğu söylense de birçok eseri eski dönemin izlerini taşıdığı için Cumhuriyet’in ilk yıllarında yasaklanmış ya da kısıtlanmış.

Kemal Tahir’in Namık Kemal hakkındaki düşünceleri ise değişmiş ve 1930’ların ortasından itibaren Nâzım Hikmet ve Kerim Sadi gibi sol görüşlü yazarların çevresine katılmış ve onların görüşlerini paylaşmış. Nâzım Hikmet – Peyami Safa polemiklerinde o sırada gündeme gelen Namık Kemal konu edilmiş. Birçok yazar bu polemiğe dahil olmuş. Nâzım Hikmet ile Peyami Safa arasındaki kalem kavgası olmuş (Konuşmuştuk Peyami Safa ve etrafında dönen polemikleri). Peyami Safa’nın ve Milli Türk Talebe Birliği (MTTB) çevrelerinin başını çektiği Ergun Göze, Nihal Atsız gibi bir grup yazar Namık Kemal ilgisini hoş karşılamış. Nâzım Hikmet ve Kerim Sadi gibi sol görüşlü yazarların ağırlıklı olduğu bir grup ise Namık Kemal’in söylendiği gibi padişah karşıtı ya da hürriyet âşığı olmadığını belirtip gençlerin ‘asıl hürriyetperverlere’ ilgi duyması gerektiğini savunmuş. 

O yılların acar gazetecisi Kemal Tahir de tartışmaları yakından izlemiş ve bu iki ayrı görüşe sahip gruptan kişilerle mülakatlar yapmış. Bu yazıları da bir broşürde bir araya getirmiş. “Namık Kemal İçin Diyorlar Ki” (1936) de böyle bir fikri takibin ürünü olarak ortaya çıkmış. Röportajlarda Nâmık Kemal’i “söz ebesi” olarak gören de var, taktığı “hürriyet madalyası”nı takdir eden de. Böyle olunca, Broşür yeni bir tartışmanın fitilini ateşlemiş. Broşür, yayımlandıktan sonra Milli Türk Talebe Birliği, kendi yayımladıkları broşürle Kemal Tahir’i eleştirmiş.  Kemal Tahir de bunun üzerine, Suat Derviş ve Ahmed Cevad’la birlikte “1936 Model Gençler ve Zavallı Peyami Safa” adlı ikinci broşürü hazırlayarak gelen bu tepkilere cevap vermiş. Dili ise biraz sert olmuş. Ona göre “Talebelerin çıkardığı, ağzı süt kokan, basit ve basit olduğu kadar kuzu gibi broşür hakikati haykırıyor: Aldananlar yine delikanlılar. Aldatanlara gelince: Onların zaten ne kadar dönek ne kadar kandırmakta ve atlatmakta usta oldukları, yazılarından, hatta cümle tertiplerinden belli. Özellikle Peyami Safa’nın dışında İsmail Habib’in kendi anketleri hakkında “suyu bulandırmak” ifadesini kullanmasına epey kızan Kemal Tahir, yazısının sonunda “satılmışlardan” olmadığını vurgulamış.

Aziz Nesin

Aziz Nesin, 6 ay hapishane arkadaşlığı ettiği Kemal Tahir için diyor ki: “Kemal Tahir’deki iyimserliği ben başka hiç kimsede görmedim. İnsanın yiğitliği zor yerlerde, dar geçitlerde belli olur. Kaç kez denenmiştir. Kemal Tahir zor koşulların, dar geçitlerin yiğit arkadaşı idi.” Onun kafasını, yaramaz bir kedi yavrusunun karmakarışık ettiği bir yün yumağına benzetmiş. “Meseleler de onun kafasında yün yumağı gibi birbirine düğümlenir, çözülür, her seferinde yeni bir şekle bürünürdü.” Kemal Tahir’in cenaze töreninde Aziz Nesin, yazdığı yazının ancak bir sayfasını okuyabilmiş. Başlığı: “Fırtına dindi!” “Türk edebiyatının zorlu bir fırtınası dindi. Gürleyen yergi yıldırımları, dilinde çakan sövgü kıvılcımları, yağdırdığı taşlama yağmurlarıyla, edebiyatımızın en yaman fırtınası dindi.”

Ayrıca, Aziz Nesin Kemal Tahir için şöyle diyor: 

Çağdaşlarım içinde böyle coşkulu arkadaşım olmadı… Beğensinler beğenmesinler, sevsinler sevmesinler, dostu olsunlar düşmanı olsunlar, ama her namuslu kişi Kemal Tahir için şu gerçeği onaylamak zorundadır: Çağımız Türk romanında işini en ciddiye alan, neyi neden, nasıl yaptığını ve yapacağın bilen, bütün bunları en çok araştırıp inceleyen yazarımızdı.”

**Vefat ettiği akşam gittiği yemekte etrafındakilerle yaptığı son sohbetinde (İsmail Cem’in aktarımıyla) vasiyet gibi olan son sözlerin devamı:

İnsanlar yanlış yapabilir. Ama çok çekmiş insanlar talihlidir bir bakıma. Yanlış yapmaları daha doğrudur. Benim geçtiğim yollarda kendini tüketen ve benim çektiğim acılardan geçen insanlar doğrulara daha kolay erişebilir. Yazdıklarımı bir gün tarih yargılarsa, bu ilişkiyi mutlaka görecektir. Romanlarımın doğruluğunu ortaya koyacaktır.  Ben romanlarımda dünü yazdım. Ama romancı dünü yazarken kendi gününü yansıtır bir bakıma. Hatta gelecek için yazar.”

Kemal Tahir’in En çok kullandığı ifadeYahu, yine yanıldık!” ifadesiymiş. Yaşanan gelişmeler ve tecrübelerle düşüncesini güncelleyerek “Yine yanıldık” deme erdemine sahip. Kemal Tahir, hiçbir görüşün değişmezliğine inanmadığı gibi, bir teorinin, doğrudan başka bir toplumda uygulanmasının da mümkün olmadığını düşünüyormuş.

Her sabah açtığın gazetede ya da okuduğun bir kitap sayfasında, rastladığın bir gerçek, seni, o güne kadar bütün öğrendiklerini unutmaya, alfabeye yeniden başlamaya zorluyor ve sen buna razı olamıyorsan, entelektüel değilsin, “aydın”  değilsin, hatta namuslu bir okur yazar bile değilsin!…

Kemal Tahir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir