Efsane söylediler ve uykuya daldılar.

Ömer Hayyam

Mitler, insanoğlunun doğadan ayrılmasına vesile olan, bir ihtiyaç üzerine ortaya çıkmış ve bilim ne kadar gelişirse gelişsin, binyıllardır devam eden anlatılar. Mitlerin öyle bir fonksiyonu var ki, insanlar onu anlatmaya devam ediyor. Bu metinler Sümerce Namkuzu; Akadca Nemekku, yani sır bilgisi demek. Gılgamış Destanı bu sırrı anlatıyor. Eski Mezopotamya’da kent surlarında saklanan bu tür metinler dini bayram ve ritüellerde müzik eşliğinde okunuyor. İnsanlar her dinlediğinde, bu sırrın kendilerine tekrar tekrar ifşa edildiğine inanıyorlar. Gılgamış’ın ifşa edilmesine aracılık ettiği sır, tufanla birlikte ölümsüzlüğün artık ellerinden alındığı gerçeği. Ne yaparlarsa yapsınlar ölüm onlar için kaçınılmaz. Bu anlatıyı dinleyenler için de bir katarsis, yani yenilenme, arınma sağlıyor. Destanların bu zamanlara kadar gelmesinin, sevilmesinin nedeni de bu sağaltım oluşturma durumu.

Gılgamış, yaklaşık dört bin yıl önce yazılmış. Kimin, niçin yazdığını bile tam olarak bilemediğimiz ama yine de insan denen varlığın ne olduğunu anlayabilmesi için ortaya konmuş, hala da ortak konulu olayların kaleme alındığı bir eser. Gılgamış, Mezopotamya’daki insanların evren ve kendileri ile ilgili bilinmeyeni anlamaya yönelik açıklamalar sunuyor. Dünyamıza dair soruları soran, düşündüren, paradigmaları zihnimize kodlayan kültürün “kurucu mit”i. Tarihteki ilk yazılı metin (şiir) olan Gılgamış Destanı, Homeros’un Odysseia’sından bile neredeyse iki bin yıl önce. Modern insan için mit olan şey, eski insanlar için hakikat.

İlk kazıları yapan kişi İngiliz arkeolog Austen Henry Layard, Musul’da Ninova’nın peşine düşüyor, gerçekleştirdiği kazılarda tabletleri bularak British Museum’a gönderiyor (1849). Tevrat’tan yaklaşık 1000 yıl önce yazılmış bir “Tufan” hikayesi bu tabletlerde de yer almış. Nuh Tufanı’nın izine tabletlerde rastlayınca, Gılgamış Destanı bu derece meşhur oluyor (İngiliz araştırmacı George Smith deşifre etmiş, 1872’de “İzdubar Şiiri” olarak okumuş). Kahramanın adının Gılgamış olduğu 1899’da fark ediliyor.

Aslında Gılgamış basit haliyle, ölüm korkusu ve ölümsüzlük üzerine bir varoluşçu hikaye. İnsanlık için çok temel ve açmaz olan bir konuya cevap vermeye çalışmış: Ölüm, ölümün kaynağı ve ölümden kaçılabilir mi sorusu. Aynı zamanda destan, zalimlik ve bunun sonuçları üzerine de yazılmış. Gılgamış başta gücünü kötüye kullanan, güç zehirlenmesi yaşayan zorba bir kralken, insan-hayvan arası bir varlıkken, nefsini törpüleyip zaman içinde değişerek insani bir sürece yöneliyor; destanın sonunda olgunlaşma sürecine girerek, bir antikahramandan kahramana dönüşüyor. Böylece destan, aynı zamanda insanın dönüşümünü de anlatıyor. Bu, her insanın kendi içindeki yaşam kavgası. Sonrasında Gılgamış, o dönem için ideal yönetici sembolü oluyor. Yani Gılgamış çıktığı “hakikat yolculuğundan”, adeta bir “insan-ı kâmil” olarak dönüyor. Bunun günümüz dünyasında da karşılığının olması, Gılgamış’ın hala okunmasının etkenlerinden biri. Her mit, sonunda insanı iyi hale getirmeye odaklı. Bu anlatı, insana iyi geliyor.

Gılgamış travmatik bir yolculuk destanı aslında; sonlu bir bedenle, sonsuzluğu düşleyen ve bununla çatışan zihnin yolculuğu. Yolculuğa çıkan kişi, hassas, kırılgan ve acı çeken kişi ve derininde yatan hakikati bulmak üzere, saflaşma ihtiyacı ile yola çıkıyor. Saflaştıkça hakikate daha çabuk ulaştığını varsayıyor. Bu yola çıkış, içteki travmayı, yarayı açıyor -yüzleşme gerçekleşiyor- bunu tedavi ediyor ve sağaltıyor. İnsanın korkuları ile yüzleşmek için yaptığı yolculuklar, çok zor yolculuklar. Dış dünyada başlayan yolculuk, aynı zamanda insanın iç dünyasında yaptığı, korkuları ile de yüzleşmesine katkısı olan bir yolculuk.

Kahramanın Yolculuğu

“Kahramanın Yolculuğu” hikayelerinin kökü Gılgamış’a dayandırılabilir. Her türlü çatışma, gerilim, fitne, fücur vb. ilk defa burada kayıt altına alınmış. Kolektif bilinçdışını oluşturan bir arketip aynı zamanda. Kendinden sonra gelen Herkül, Perseus, Battal hikayelerinin vb. ilk hali (Mesut Alp). Odysseus, İlahi Komediya, Don Kişot ve Binbir Gece Masalları (Bulukiye-Gılgamış ve Effan-Enkidu),  gibi eserler Gılgamış’tan ilham almış. Ölümsüzlük arayışına başka örnekler de var.

Örneğin:

  • Dede Korkut: Toplumuna verdiği hizmetlerden ötürü, ağzından ölüm lafı çıkana kadar 295 yıl yaşıyor. Ölüm lafını ettikten sonra dünyanın neresine giderse gitsin ölümden kaçamıyor. 7 uykusuz gün sonunda sudan çıkan bir yılan, onu korktuğuna kavuşturuyor.
  • Deli Dumrul: Bir köprü kurarak geçen-geçmeyen herkesten haraç alıyor ve ölümü, hep başkalarının ölümü olarak düşünüyor. En sonunda kaçınılmaz sonla yüz yüze gelince annesi, babası ve eşinden onun yerine ölmelerini istiyor.
  • Lokman Hekim: Ölümsüzlüğün izini sürüyor. Ölümsüzlüğü elde edip ardından yitirince, bu ölümlülüğün inançla kader kılındığını insanlara aktarıyor.
  • Asklepios: Antikçağ’da ölümsüzlüğü arayan mitik kahraman. Hastalık ve ölüme çare buluyor. Zeus kurduğu ölümlü sistemin bozulmasına kızıyor ve Asklepios’u yıldırımla cezalandırıyor. Asklepios’un ölüp toprağa karıştığı yerde, her derde deva sarımsak çıkıyor.

Nuh Tufanı

Gılgamış Destanı’nın en çok yankı yapan öğelerinden birisi de Tevrat’ta Nuh Tufan’ına benzer olan öykü. Tablette, bu tufan ile insanların günahlarından arındığı anlamı da çıkıyor. Destan’da büyük bir selden kurtulduğunu anlatan Utnapiştim (daha eski Sümerce adı Ziusudra) adlı bilge, Gılgamış’a insanların ölüme boyun eğmekten başka yolları olmadığını söylüyor. Gılgamış da sonunda bunu kabul etmek zorunda kalıyor.

Nuh Tufanı’ndaki gemiden salınan güvercinin hikayesi, benzer şekilde Gılgamış Destanı’nda da yer alıyor. Utnapiştim ve karısı dürüst ve iyi oldukları için tufandan kurtuluyor. Gemi inşa ederek her hayvandan birer çift alıyorlar. Bu anlatıya, sonraları Yunan mitolojisinde de rastlanıyor, Pyrrha (Promete’nin oğlu) ve Deukalion (tufan) miti olarak. Ancak Nuh Tufanı ile Pyrrha ve Deukalion’dan farklı olarak Utnapiştim’e ölümsüzlük veriliyor.

Homeros – İlyada ve Odysseia

Halikarnas Balıkçısı’na  (Cevat Şakir Kabaağaçlı) göre Homeros, “İlyada ve Odysseia” destanlarını yaratırken M.Ö. 3000’lerden beri söylenegelen ilk yaratılış destanı Gılgamış’tan etkilenmiş.  Gılgamış, Yunan edebiyat dünyası ile Yunan Pantheonu’nu da etkilemiş. Gılgamış’ın başından geçen birçok olay, Homeros’un yazdığı Odysseia destanının kahramanı Odysseus ile İlyada destanının kahramanı Achilleus’un başından geçenlerle benzerlik gösteriyor:

Gılgamış’ın annesi Ninsun ölümsüz bir tanrıça, babası ölümlü (kral listesinde 2. kral) Lugalbanda. Aynı şekilde Achilleus’un da annesi ölümsüz tanrıça Thetis, babası ölümlü Peleus. Her iki tanrıça da yükseklere çıkıp baş tanrılarına oğullarını koruması için yalvarıyor. Gılgamış, Tufan’dan kurtulan Utnapiştim’e varmak için Siduri’den yardım istiyor, Siduri de Gılgamış’a ölüm denizini aşması için gereken bilgiyi veriyor. Aynı şekilde Odysseus da memleketi İthaka’ya varabilmek için okyanusu aşmak,  ölüm diyarında kâhin Tresiyas’ı görmek konusunda Kirke’den yardım istiyor. Kirke, Gılgamış’taki Siduri. Gılgamış’ın da Achilleus’un da tanrısal güçlerin yanı sıra fanilik gibi zayıflıklarından da bahsediliyor. Gılgamış,  yoldaşı Enkidu’yu kaybettiğinde, Achilleus ise yoldaşı Patroklos’u kaybettiğinde bu duygular daha çok ön plana çıkıyor. Gılgamış, arkadaşı Enkidu’nun ölümüne o kadar çok üzülüyor ki kendisinin de ölüp ölüler diyarına gideceğinden korktuğunu aklına getirerek: “Sen de mi öleceksin Enkidu gibi?” diyor kendine. Ölüler diyarını gördükten sonra da öleceğini kabullenmiyor. Aynı şekilde Odysseus ölüler ülkesine indiğinde Achilleus’un ölüsünü görüyor, onu teselli etmeye çalışırken Achilleus ona “Ölümüm hakkında olumlu konuşma. Yerin altında, ölüler arasında kral olacağıma, ırgat olsaydım bir adamın kapısında” diyor. Yine aynı şekilde yoldaşları öldüğünde büyük üzüntü yaşayan Gılgamış ile Achilleus,  onlar için cenaze törenleri düzenliyorlar,  onlara ağıtlar yakıp, dualar ediyorlar. Odysseia’daki Kirke, Siduri’nin Gılgamış’a öğütlediği gibi Odysseus’a, “Yiyiniz, içiniz, neşeli olunuz! Çünkü bu insanların yazgısıdır” felsefesini öğütlüyor.

GILGAMIŞ DESTANI’NIN AKIŞI

Eski Mezopotamya’da “tufan öncesi” ve “tufan sonrası” olmak üzere ikili bir tarih anlayışı var. Gılgamış, gerçekten de erken Uruk döneminde (M.Ö.2900-2400) tufandan sonra hüküm sürmüş beşinci kral. Sümerlerin kral çizelgesine göre Gılgamış, bitki ve verimlilik tanrısı Dumuzi’nin (Tammuz) soyundan. Onun hikayesi ise kral olduğu dönemde değil, Babil’de M.Ö. 1800-1500 arasında -bir Sümer Destanı olmasına rağmen Sümerce değil- Akadca yazılmış; Akadlar, kendi dillerinde ama Sümer alfabesini kullanarak çivi yazısıyla yazmışlar. Bu tabletteki hikayeler muhtemelen Sümer öncesinde birbirinden ayrı hikayelerdi. Zaman içinde birleştirilerek tek anlatım halinde sunuldu. Sümerleri ele geçirerek bir imparatorluk kuran Akadlar, kentler üstü bir ortak ideoloji kurmak istemişler. Ele geçen en iyi tablet örneği 12 tabletten oluşuyor.

Destanın bilinen dört temel versiyonu bulunuyor: 

  1. Sümerce versiyon (M.Ö.2000 civarı, 3.Ur Sülalesinde Şulgi döneminde derlenmiş, 5 adet), 
  2. Eski Babil versiyonu (M.Ö.1800-1600, Pensilvanya ve Yale nüshaları en önemlileri), 
  3. Orta Babil versiyonu (M.Ö.1600-1200, o dönem Akadca, Hititçe, Hurrice, Kenan dilleri vb. dillerde kopyaları yapılmış) ve 
  4. Standart (Yeni) Babil versiyonu (M.Ö.1200-550, Ninova’da Asur Banipal’in Kütüphanesi’nden çıkarılmış) versiyonları. Standart Babil versiyonu oldukça iyi durumda olan bir versiyon. Bu Akadca yazılmış 12 tablet ve üç bin satırdan oluşan Ninova örneği, destanın en bilineni. Buradaki başlangıç “Ben size her şeyi bilen gören insanın hikayesini anlatacağım” anlamında bir ifade:

O ki her şeyi gördü, tanıtmak isterim onu ülkeye, / o ki her yeri tanıdı, her şeyi bildi, / açığa çıkardı her yerde bütün gizleri / her şeyi kavrayan o bilgeler bilgesi.”

  1. Tablet: Gılgamış’ın kimliği, yönetimi, nasıl kral olduğu, Enkidu’nun ortaya çıkışı.
  2. Tablet: Enkidu’nun medenileştirilmesi, Gılgamış ve Enkidu’nun Sedir Ormanı’na gitme hazırlıkları
  3. Tablet: Sedir Ormanı’na yolculukları
  4. Tablet: Sedir Ormanı’na girişleri
  5. Tablet: Sedir Ormanı koruyucusu Humbaba ile mücadeleleri
  6. Tablet: Tanrıça İştar ve Gökboğası ile mücadele
  7. Tablet: Enkidu’nun ölümü
  8. Tablet: Enkidu’nun ölüm hikayesinin devamı
  9. Tablet: Gılgamış’ın ölümsüzlüğü arayış yolculuğuna başlaması
  10. Tablet: Gılgamış’ın Utnapiştim’e gidişi
  11. Tablet: Gılgamış’ın ölümsüzlüğü bulamayarak Uruk’a dönüşü
  12. Tablet: Ekleme bölüm. Sümerceden tercüme edilerek 12. Tablet olarak eklenmiş.

Teoman Duralı’ya göre “Gılgamış Destanı’nın en eski devir destanlardan belirgin farkı, evrenin ve insanlığın doğuşu gibi son derece soyut ve genel konulardan çok, sonluluk yahut ölüm olayıyla karşı karşıya kalan insanın güçsüzlüğü ile açmazını; bu olayın insanda yarattığı aşk, ihtiras, fedakarlık, sadakat, dostluk, ihanet, kaçış ve yiğitlik çeşidinden duygu durumlarını çarpıcı biçimde işlemesidir.”

Gılgamış anlamı: Sümerce bir isim olan Gılgamış (Bilgamış), “yaşlı ama hâlâ genç adam” anlamına geliyor. Aynı zamanda Gılgamış; her şeyi bilen, gören; anlamı kavramış insan demek.

Homo Sapiens-Sapiens: Bildiğini bilen insan demek. O halde Gılgamış, bildiğini bilen insanın hikayesi aslında (İsmail Gezgin).

Gılgamış Destanı, dört ana kısma ayrılabilir:

  1. İlk bölümde Gılgamış ve Enkidu’nun karşılaşması, 
  2. İkinci bölümde Humbaba ile çatışma ve Sedir Ormanlarına yolculuk, 
  3. Üçüncü bölümde Gökboğa çatışması sonucu Enkidu’nun ölümü ile yaşanan kırılma,
  4. Dördüncü ve son bölümde ölümsüzlük arayışı, bulamayış ve olgunlaşarak başladığı yere geri dönmesi.

I. Gılgamış ve Enkidu çarpışması

Aslında bir Neandertal (Enkidu) × Homo Sapiens-Sapiens (Gılgamış) karşılaşması (Mesut Alp). Enkidu el değmemiş vahşi doğayı; Gılgamış da amansız ve acımasız insan uygarlığını simgeliyor. Gılgamış şehirli ve medeni olmaktan ne kadar gurur duyuyorsa, Enkidu da o kadar doğanın parçası, doğa ile ilgili bütün bilgeliğe sahip. Örneğin Avatar filmindeki avatarlar, Enkidu temeli örneğine göre oluşturulmuş.

Enkidu ve Gılgamış, ikisi de birbirinin “diğer ben”i (alter egosu), biri diğerinin içinde saklı. Bu kahraman × bilge kişi mücadelesi, aslında iki benlik arasındaki mücadele. Gılgamış öncesinde yarım; kendi gönlü ve gücüne göre kimsesi yok, arkadaşsız. Sonra Gılgamış ve Enkidu, yani uygar ile yabanıl karşılaşıyor; iki eksik parça birbirlerini tamamlıyor. İkisi de birbirinin kusurunu örtüyor ve biri olmadan diğeri de olamıyor. Birbirlerinin zıtlıkları aslında hem birbirlerini tamamlıyor hem birbirlerini yok ediyor. İki zıt kutup -Enkidu ve Gılgamış- uygarlığın ögelerini düzene sokarak, insanları aydınlığa çıkarmayı hedeflemişler.

II. Humbaba Çatışması ve Sedir Ormanları

Medeniyet ve doğanın çatışması; yerleşik hayata geçmiş insanların yaban hayat karşısındaki mücadelesi. Sümerliler tarihte birçok teknolojik ilerleme sağlayan, sistemli su kanallarını açan ilk medeniyet. Bu, insanoğlunun sistemli olarak doğaya müdahalesi demek.

Medeni hayat Sümerler için çok kritik; şehre ait her şey iyi, daha güvenilir; şehir dışındaki her şey kötü, şehir dışı o dönem için kaosun kendisi. Şimdiki düşüncenin tersi bir durum. Şehir kapısı da bu anlamda önemli; kaotik bir yerden, düzenli bir yere geçişi sağlıyor. Humbaba Sedir Ormanı’nın bekçisi tanrı bir ağaç/dağ/ejderha.

Sedir Ağacı niye önemli?

Sedir ağacı Mezopotamya’da kutsal kabul ediliyor. Hem kerestesi çok kıymetli hem de sedir reçinesi mumyalamada çok önemli bir madde. Sedir ağacı kendini zararlı böceklerden koruyan bir yapıya sahip; belki bu nedenle tapınak, kutsal yapı veya saray için sedir ağacı kullanılmış. Büyük olasılıkla Sedir Ormanı Lübnan-Ürdün’de bulunuyor.

Oysa aşağı Mezopotamya, bataklıklarla ovalardan oluşan, düz ve sıcak bir bölge ve hurma dışında herhangi bir kerestelik ağaç yok ve madenden tamamen yoksun. Mezopotamya gibi ormanların az olduğu bir bölge için sedir ormanları, hazine değerinde. Humbaba, oraya ağaç için gelen Urukluları öldürdüğünden halk korku içinde. Gılgamış, Enkidu gelene kadar Humbaba’ya gitmiyor. Aslında bu hikaye -Sümerce metne göre- şehir kuran Uruk kralı Gılgamış’ın kereste ihtiyacından doğmuş; Akadca metne göre ise nam salmak, kahraman olmak için yaşanmış.

Kürşat Demirci’nin yorumuyla, aslında bu Humbaba-Gılgamış kavgası Enlil (Atmosfer-Hava Tanrısı) ile Şamaş (Güneş Tanrısı) arasındaki, iki kültün kavgası. Yani Humbaba Enlil’in, Gılgamış ve Enkidu da Şamaş’ın adamı. Humbaba, ormanlar yakıldığı, yok edildiğinden, ormanı koruması için Enlil tarafından görevlendirilmiş. Bir ihtimalle Enlil Sümerlerden önce de (prehistorik dönemlerde) Mezopotamya’da olan bir Tanrı idi. Daha sonra Şamaş egemen olmaya başladı. Uruk’un kurucu kralının babası, Şamaş olarak kabul ediliyor, Gılgamış da Uruk’un kralı. Bu nedenle, o dönemki kültür çevreleri, kendi tanrılarını önemseyen bir anlatı oluşturmuşlar. Enlil’in karşısına Şamaş’ı getirmişler. 

Kürşat Demirci’nin dediği gibi, Humbaba, aynı zamanda bizim içimizde yatan başa çıkamadığımız korkularımız. Şöyle ki:

  1. Humbaba’yı öldürmek;  korkularımızı öldürmek demek. 
  2. Canavar × kahraman çatışması; Kötü × iyi, Kaos × kozmos çatışması ya da 
  3. Ergenlerin babalarına karşı durarak kendi kimliklerini var etme çabası. 
  4. Canavarın ortadan kaldırılması; Kişinin bireyselleştikten sonra, topluluğa, kolektif bilinç içine dahil olma süreci.
  5. Canavarın yok edilmesi; Aslında erişkinlik ritüellerinin mitik yansıması. Bir durumdan başka bir duruma geçerken (Büyür, olgunlaşırken) büyük sıkıntılar çekerek yeni bir duruma, geleceğe hazır olma gerekliliği.

Gılgamış da henüz aydınlanmamış. Hayattaki amacı, adını tarihe geçirmek; şanın şöhretin, gösterişin peşinde. Metinde fiziki olarak da zor uykuya daldığı anlaşılıyor ama ruhu uykuda. Bu uykusu cahilliğinden kaynaklanıyor. Henüz uyanmamış, özgürleşememiş.

Humbaba’nın Gılgamış’a saldırdığı 7 şimşek (7 ifriti) aynı zamanda Gılgamış’ın bir iç hesaplaşması: Kıskançlık, yalan, ikiyüzlülük, kibir, hırs,…. (Mesut Alp) Aslında “Humbaba’yı canavarlaştıran, dış faktörlerdir” denebilir; yani Humbaba, insanın bakış açısına göre canavar.

III. Gök Boğa Çatışması ve Enkidu’nun Ölümü

Gılgamış, İştar’a (Afrodit / Venüs) “hayır” diyerek, bilinen tarihte, tanrılara ilk karşı çıkan kişi oluyor ve bu şekilde Gılgamış, tanrılarla kendini bir tutuyor. Hititler’de kral ancak ölünce tanrılar mertebesine ulaşırmış. Gılgamış daha ölmeden kendini o mertebeye koyuyor. Üçte iki Tanrı, üçte biri insan olan Gılgamış, kutsal kanın iktidarı elinde tutma anlayışını başlatan kişi.

Bir gök canavarını yenmek, aslında “fırtınadan sağ çıkmış olmanın efsaneleşmiş hali” olarak yorumlanabilir. Aynı zamanda Boğa, Sümer dininde güç ve bereket simgesi. Gılgamış da güç bakımından boğaya benziyor.

Boğa çok simgesel bir hayvan, mitik özellikleri var:

  1. Primitif olarak insandaki boğa imgesi ve ana tanrıça imgesi birbiri ile bağlantılı. İnsanın yaşama arzusu, ölümün kaçınılmazlığı ile varlığının yeryüzünde devamlılığını sağlayacak kendi neslinin devamını, bu iki imge üzerinden oluşturmuş. Varlığın devamlılığının, üremenin yeryüzündeki simgesi olarak insanoğlu, kendine boğayı seçmiş.

    Mitlerde boğa, bir annenin oğlu olarak tasvir ediliyor. Mezopotamya’da da boğa, İştar’ın oğlu gibi. Yeni doğan, aynı zamanda şöyle bir mesaj da gönderiyor. “Sen bu doğa için misyonunu tamamladın” Yeni bir varlığın, çocuğun dünyaya gelmesi de biraz ölüme hazırlayıcı bir sebep.
  2. Boğa çok güçlü bir hayvan, çok eski zamanlardan beri gücün ve bereketin sembolü olmuş. İnsanın bilinçdışında üreme ve varolma kaygısı ile birleşen bir sembol olmuş.
  3. Daha geç dönemlerde -M.Ö. 4000’ler gibi- Astrolojik bir anlamı da var, belli bir yıldız kümesi de boğa ile özdeşleştirilmiş. Yunanlarda bu Toros olarak adlandırılıyor. Bu dünyadaki güçlü boğanın gökyüzünde de varolması. Eski dünyada (Mezopotamya, Mısır vb.), belli mevsimlerde sabah güneş doğmadan hemen önce olan yıldız doğuşu (Heliacal Rising Star) çok önemsenmiş. Boğa burcunu temsilen yıldız (Toros), güneşten önce 6 Nisan gibi görünüyor. Bu, yılda bir gerçekleşiyor. Yıldızın ortaya çıktığı dönem boğa otlamaya geliyor, ortadan kaybolduğu dönem de Şamaş’ın boğayı alıp otlaktan götürdüğü dönem olarak düşünülüyor. Boğa İştar’ın da oğlu gibi ve İştar da Venüs yıldızı. Venüs ve Toros arasında da gökyüzünde bir bağlantı var.

Gılgamış Venüs’ün 5 kez evlendiğini söylemişti. Rengarenk Allalu Kuşu, Aslan, At, Çoban, Bahçıvan. Bunlar da büyük ihtimalle gökyüzündeki yıldızlarla ilgili. Venüs, gökyüzünde 8 yılda bir, rota çiziyormuş ve Orion yıldızı ile bir araya geliyormuş. Orion yıldızı da Mezopotamya’da Dumuzi ile ilişkilendiriliyor. Dumuzi de İştar’ın eşlerinden biri. Dumuzi aynı zamanda boğa ile de ilişkilendiriliyor boğa yanı da var. 8 yılda bir Orion (yani Dumuzi) ve Venüs (yani İştar)ın buluşması sonucunda yeryüzünde hayatın yeniden canlandığı düşünülüyor. Venüs’ün bu 8 yılda bir gerçekleşen rotası dışında 5 ayrı rotası daha varmış. Bu 5 ayrı rota da 5 ayrı evliliğe denk geliyor. Bu nedenle Gökyüzü Boğası’nın Gılgamış’ın üstüne gönderilmesi basit bir öç alma değil, gökyüzündeki kozmik bir olayın yeryüzündeki tekrarı olabilir.

Boğanın boynuzları da sembolik, kozmik ve ilahi bir güç olarak kullanılmış, hala da izlerine rastlanıyor. Boğa ile ilgili anlatılar, ritüel ve inançlar Mezopotamya yanında Zerdüştlük, Yunan, Yakın Doğu inançlarında da çok yaygın ve kuvvetli.

Enkidu’nun ölümü

Destanın kırılma noktası; kibrinden dolayı tanrıların Gılgamış’ı cezalandırmak için Enkidu’yu öldürmeye karar vermeleri. Enkidu öldükten sonra Gılgamış’ın çilesi başlıyor. Dünyanın en güçlü canlısı Enkidu’nun, bir sivrisinekle öldürülmesi ise metaforik bir olay.

Sedir ağacından kapı

Enkidu, 7. tablette ölmek üzereyken bu kapı ile konuşuyor. Erken inanç biçimlerinde –hatta günümüze kadar uzanacak biçimde- cansız varlıklar da “canlı”ymış gibi kabul ediliyor. Bu görüşe göre her şeyin bir canı var. Ayrıca kapının da kutsal bir anlamı var, bir dünyadan başka bir dünyaya geçiş. Aynı zamanda dış dünyadan gelebilecek bir tehlikenin iç dünyaya girişini önleyen ilk eşik.

IV. Gılgamış’ın ölümsüzlük arayışı ve olgunlaşarak yuvasına dönüşü

Gılgamış, ölümsüzlük arayışını doğuya doğru, yani Güneş’in doğduğu yöne –Şamaş’a– doğru giderek sürdürüyor. Dokuzuncu tabletten itibaren ilerleyen bu bölümde ayrıca o civarın coğrafyasına ait anlatılar da yer alıyor. Bir hakikatin eteğine vardığınızda, hakikate varmak için yolunuz artık tek kişilik olur. Gılgamış da ölüm-ölümsüzlük bilgisine ulaşma yolunda artık tek başına. Gılgamış aslında ölümsüzlüğü arayan bir kraldan ziyade, bize ölmeyi öğreten bir kral. Ölmeyi öğrenen kişi, itaati de öğrenir. Ölüme bulduğu çare ise adını yaşatmak. Gençlik otunu kaybettiğinde, ödülünün aslında gençlik otu değil; ölümsüzlük arayışının gereksizliğini anlaması olduğu ortaya çıkıyor. Aslolanın bedensel ölümsüzlük değil, ebediyeti bilmek olduğunu fark ediyor. Uruk’tan çıkan Gılgamış ile dönen Gılgamış, artık aynı kişi değil. Anlıyor ki görünen ve gerçek farklı.

Jung’un arketipleri ve Gılgamış

Carl Gustav Jung, modern psikolojide psişeyi (psyche) bilinç (ego), kişisel bilinçdışı ve kolektif bilinçdışı olarak üçe ayıran, analitik psikolojinin kurucusu. Jung’un arketipleri, ırk veya cinsiyete bağlı olmadan kolektif bilinçdışında doğuştan yer alan, içgüdüsel olarak -özellikle rüyalarda- açığa çıkan evrensel düşünce ve davranış kalıpları. İnsanlığın sürekli tekrarlanan deneyimlerinden doğan semboller ve psikolojik derinliği bulunan ilkel kodlar olarak ortaya çıkıyor ve belirgin biçimde mitlerde görülüyor. Arketipler öğrenilerek kazanılmaz, doğuştan var. 

Jung’un arketiplerinden dördü persona, gölge, anima ve animus Gılgamış Destanı’nda açık olarak görülüyor. Zalim olan ama uygarlığı, yasayı temsil eden Persona arketipi Gılgamış; vahşi hayattan gelen, Gılgamış’a karşı gelmesi için ona eş güçte yaratılan ama Gılgamış’ın kontrolüne giren, Gılgamış’ın Gölge yanı Enkidu; iri yarı, kıllı, yabanıl ve Gılgamış’ın içindeki hayvani taraf Anima Enkidu. Enkidu, Gılgamış’ın gölgesi, zıddı ve animası. Doğadan gelen vahşi Enkidu pasifleştirilip, yardımcı adama dönüştürülüp gölge haline getirilmiş. Ayrıca Enkidu’da kurban, yetim, çocuk ve masum arketiplerinin özellikleri de doğa adamı arketipi ile iç içe geçmiş. Günümüze kadar gelen vahşi doğa adamı anlatılarının temeli, Gılgamış Destanı’ndaki Enkidu ile başlıyor.

Aslında Gılgamış’ın, içindeki kötülük Gölge. Ama süreç ilerledikçe biçim değiştiriyor. Gılgamış, iyileşme haline geçişin hikayesi. Enkidu da ilk biçimiyle ham iyilik hali. Korku, Gılgamış’ın duyduğu ölüm korkusu. Bunu yenmek için gölün kenarına kadar akıl ile yol alıyor. Gölden geçebilmesi de gönül yoluyla olmalı (Mevlana’da olduğu gibi: Dağın eteğine kadar akıl ile yol alabilirsin, ama dağın tepesine çıkman için gönül kuşuna binmelisin). Bunun için önce gölün kenarındaki ı Siduri’ye uğruyor. Sonra Utnapiştim’den uzun yaşam otunu alıp dönüyor. Yolda bu otu Gılgamış’tan gizlice alıp yiyen yılan, Ölümsüzlük. Derisini yenileyen yılan, antik dinlerde ölümsüzlük temsilcisi olmuş.

Gılgamış’ın ölümsüzlük arayış çabası ve yılanın ölümsüzlük otunu yemesi, günümüzde tıbbın sembolü olarak yılanın kullanılmasına neden olmuş. Birçok tıbbi yapılanmada kullanılan yılan sembolü, Gılgamış’ın bu hikâyesinden kaynaklanıyor.

7 rakamı

Bu rakam öylesine kullanılmamış. Örneğin “7 yalan”, “7 Tanrı”, “7 çocuklu kadın”, “7 kardeş koyun”, “7 fırtına”, “yerin altında 7 kapı” ifadelerindeki 7 rakamı çokluğu belirtmek için ve sihirli, deyimsel ifadeye yönelik kullanılmış. Örneğin, Gılgamış ve Enkidu Humbaba’ya doğru giderken 6 sıradağı aşıp 7. sıradağa geldiğinde Gılgamış’ın kalbine bir cesaret ve huzur geliyor.  

Sümerliler 6’lı (ve 10 katı olan 60’lı) sayı sistemini kullanıyor. Sonradan 10’lu sisteme de geçiyorlar. 6’lı sistemi kullanan Sümerliler için 7, yeni bir başlangıcı temsil ediyor. 7 sihirsel şekilde bütünlüğün kırılması ve yeni bir bütünlüğün ortaya konulması. 7’ye, bir devrenin kapanıp yeni bir devrenin açılması şeklinde bir anlam yüklemişler. Bu yüzden yeni olayların başlangıç ritüellerinde de hep 7 rakamı kullanılmış. Bölme yaparken de 7 rakamını kullanmışlar. (Kürşat Demirci). 

Ayrıca Tufan öncesi ve sonrası farklı yerleşim, yönetim ve kral listesi oluşmuş. Tufan öncesi krallar, binlerce yıl yaşamış olarak kaydedilmiş. Oysaki tufan sonrası kral ömürleri giderek azalmış. Nihayetinde normal, insani boyuta gelmiş. Bunun mantığı şöyle açıklanabilir:

Sümerlerde 6’lı sistem şu şekilde işliyor. Tek el parmağında üç boğum var, bir elin 5 parmağında 15 boğum, el ve ayakların hepsini kullanınca: 15×4=60 boğum. Binlerce yaşta görünen kral yaşlarını da 60’ın katı olan 3600’e bölmek gerekiyor.

Örneğin bir kralın yaşı için 126.000 yazıyorsa gerçek kral yaşı: 126.000/3.600=35 yaş olarak bulunuyor.

Axis Mundi (Yerin Ekseni)

Efsanelerde, mitoslarda, inanışlarda evren hep bir iskeletin üzerine oturur. Bütün evreni taşıyan bir direktir, axis mundi. Sümerlerde Gılgamış’ta tüm evreni ayakta taşıyan Maşu Dağı. Evreni taşıyan bu direk, başka inanışlarda Kudüs, Kutup Yıldızı vb.

Ölüm ve Kader

İnsanın çözemediği ana mesele ölüm korkusu. İnsanın yaşama devam edebilmesi ve yaşamı anlamlandırabilmesi için, bu ölüm olgusunu anlamlandırabilmesi gerekiyor. Kader ve ölüm bu anlamda iç içe geçmiş. Eninde sonunda insanın kaderinde ölüm var. Bunu bilerek hayata katlanabilmek için de insanın bir derin düşünce geliştirmesi gerekiyor. Mezopotamya eski tarihinde de kaderin ne olacağını anlama isteği son derece önemli. Bu nedenle rüyalar ve çeşitli tabiat olaylarındaki işaretlere dikkat edilmiş. Başımıza gelecek olanın, çizili, tabletlere yazılı; Yani Kader Levhası olduğuna inanılıyor. İlyada ve Odysseia’da Yunanlıların kader inancı hissediliyor. Ama her iki toplum da kaderin önceden belirlenmiş olduğuna inanmakla birlikte, kişinin veya bir Tanrının araya girmesi, bir hareketi bu akışı değiştirebiliyor.

Genel olarak bakıldığında yerleşik topluluklar daha kaderci, göçebe topluluklar ise daha az kaderci veya hiç yok.  Örneğin, buğdayı ektiniz, elinizden geleni yaptınız ama yağmurun zamanında yağıp yağmayacağını bilemezsiniz. Tarım öncesi toplumlar yerleşik olmadıklarından, büyük oranda yaşamlarını kendileri şekillendirmiş. Yerleşiklere göre beklentileri daha farklı. Genel kader modelleri şöyle:

  1. Hür irade (Göçebe veya bozkır kültüründe)
  2. Kaderci (Tamamıyla kaderci –Yunanlar, Mezopotamya vb.)
  3. Tanrısız kader anlayışı, kader fikri var ama Tanrı’dan bağımsız (Hint, Budist anlayış vb. Örn: Karma) = Hür irade+Kaderci

Gılgamış ise kaderci bir metin.

SONUÇ

Kendinin ötesinde başkalarının da iyiliğini istemek, insan olmak demek. Gılgamış Destanı, insan olmak üzerine bir anlatı. Başkalarına karşı beslenen sevginin olmadığı bir yaşamın acısından, yalnızlığından bizi ne Gılgamış ne de ölümsüzlük kurtarır. Ölümlü dünyada sevdiklerimizi yitirmenin acısı ile savaşarak kaçınılmaz tek yazgıya doğru ilerlerken, insanlığın geleceği için yapılan hizmetler bir anlamda ölümsüzlüğün kapılarını açabilir. 

Destan, bir yandan insanlara değerlerle yüklü bir yaşam anahtarı sunmaya çalışırken, bir yandan da ölümün sorgulanamayacağı gerçeğini sunuyor. Ölümsüzlüğün aslında gerçek mutluluğu getirmeyeceği, asıl mutluluk veren durumun insanların hafızasından silinmemek olduğu sonucu ortaya çıkıyor. Platon, Aristoteles, Leonardo da Vinci, İbn-i Sina, Mevlana, Atatürk gibi…

Ama paradoksal biçimde ölüm, ölümsüzlüğün koşulu oluyor. Yani ölümsüz olmak için, önce ölmek gerekiyor. Her şeyi gören, bilenin -yani Gılgamış’ın- sonunda gördüğü şey şu: Ölüm kaçınılmaz ve bu kaçınılmaz bilgi üzerine doğru bir yaşam kurmak gerek.

ÖLÜMSÜZLÜK ARDINDA GILGAMIŞ
…………………….
Yürüyen yıldız gibi insan, gökyüzü bitmez ki,
Ölümsüzlüğü aramışım, laf, nasıl yaşardım,
Aramasam, o ölümsüz denen yaşıyor mu sanki,
Ardışık günleri zaman sanmışım,
Gökgürültüsü şimşekten sonra gelmez ki
………………………

Melih Cevdet Anday

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir